TÜRKİYE YÜZYILINDA KADIN EMEĞİ

Kadınların haklarını savunan hareketin 19. yüzyılda başlamasıyla kadınlar toplumsal alanda sürekli kazanımlarını arttırmaya yönelik bir çabanın içinde olmuştur. Bu çabalarla kadınlar kamusal alanda yer almayı başarmıştır. Bu minvalde 8 Mart da kadın emeğinin tarihçesinde önemli bir dönüm noktası, örgütlü kadın gücünün ve mücadelesinin mihenk taşlarından biri olmuştur.

Kadın hakları tarihine baktığımızda, kapitalizmin ezdiği insanlık onurunu görürüz. Bu esasen emek sömürüsü tarihidir. Bu yüzden, senede bir gün kalkıp da “Ey kadınlar, gününüz kutlu olsun.” demekle kadın emeğinin hakkının teslim edilemeyeceği aşikârdır. Nitekim kadınlara gerçekten değerli ve özel oldukları gösterilmek isteniyorsa, sorun ve beklentilerine kulak verilmeli, dertlerine çareler üretilmelidir.

Bugün toplumun çekirdeği olan aile korunmalı, ebeveynlere huzurlu bir çalışma ortamı sağlanmalı, çocuk ve yaşlı bakım hizmetleri artırılarak iş-aile uyumu temin edilmeli, esnek ve uzaktan çalışma modelleri ile hibrit çalışma şekilleri geliştirilerek kadının çalışma hayatında kalması teşvik edilmeli ki kadın emeği hakiki manada korunmuş olsun.

Evlilik yardımları ve aile dostu vergi politikaları ile evlilik özendirilmeli; süt ve doğum izinleri artırılarak ailenin büyümesi desteklenmeli ki toplumun geleceği teminat altına alınsın.

Çalışma hayatındaki görünmez engeller ortadan kaldırılmalı; ehliyet ve liyakat ilkeleri esas alınarak karar alma mekanizmalarında kadın oranı ve yetkinliği desteklenmeli ki çalışan, üreten, söz sahibi, güçlü kadınların sayısı artsın.

Kadın haklarının tarihsel gelişimi ve gelinen aşama değerlendirilirken siyasal temsil, istihdam, eğitim gibi göstergeler önem taşımaktadır. Bugün siyaset, eğitim, hukuk, sağlık gibi farklı alanlara kadınlar katkı sağlamaktadır. Özellikle kadınların üst düzey yönetici pozisyonlarında olmaları hem kadınlarca talep edilmesi hem de demokratikleşme açısından değer taşımaktadır. İşte tam da bu noktada, kadınların çalışma yaşamında ve toplumsal hayattaki varlığı kadar sendikal mücadeledeki yeri de hayatidir diyoruz.

Memur-Sen Kadınlar Komisyonumuz bu söylemin altını dolduruyor ve çok yönlü bir sendikacılık ve kadın liderliği anlayışı geliştiriyor. Bir yandan çalışma hayatındaki çözüm bekleyen sorunlar için alanda ter akıtıp Toplu sözleşme masasında mücadele ederken, söz konusu sorunlara akademik bir perspektif kazandırmayı ihmal etmiyor; yaptığımız çalıştay, panel, sempozyum gibi salon çalışmalarını raporlaştırıyoruz. Toplumsal hadiselere duyarsız kalmayarak çalışma hayatında şiddetin önlenmesinden afete müdahaleye; çevre ve iklim duyarlılığından küresel düzlemde hak savunuculuğuna kadar toplumsal farkındalık ve sosyal sorumluluk çalışmaları icra ediyoruz. Sorunların çözümünde sosyal diyalog mekanizmalarıyla kurulacak temasın, yapılacak işbirliğinin önemine inanıyor; ikili görüşmelerde üyenin hakkını savunmaya devam ediyoruz. Verdiğimiz eğitimlerle sendikacılığın adeta okulunu kuruyor, müfredatını yazıyor; liderlikten hitabete, teşkilatçılıktan emek tarihine değin birçok konuda binlerce kadın sendikacının yetişmesine önayak oluyoruz.

Bizler; “aile, kadın için en tehlikeli yerdir” diyenlere karşı “gelin hep beraber aileyi güvenli bir sığınak kılalım” şiarını benimsiyoruz. Tarihi kadınların ezilmişliği üzerinden okuyanların ortaya çıkardığı cinsiyetler arası rekabetin yıkıcılığını görüyor ve diyoruz ki, kadın-erkek birbiri ile çatışan değil, insanlığı oluşturandır; rakip değil, refiktir.

Tüm bunlarla beraber “Kadın” olmanın “Anne” olmanın daha büyük bedeller istediği coğrafyalar var. Bugün Gazze'yle aramızdaki mesafe Türkiye’nin iki uç şehrinin birbirine olan uzaklığından bile daha kısa. Burnumuzun dibinde, tüm dünyanın gözü önünde 7 Ekim 2023'ten bu yana İsrail’in acımasız saldırılarını sürdürdüğü Gazze Şeridi'nde günde 151'den fazla kadın ve çocuk öldürülüyor. Sözde uluslararası hukuku tesis edenler, kadın hakları dendiğinde mangalda kül bırakmayanlar ise katilin sırtını sıvazlayıp onları daha da cesaretlendirmekten başka bir aksiyon göstermiyor. Burada Batının ikiyüzlülüğüne bir kere daha şahit oluyoruz. Bilinmeli ki bu topraklarda zulüm bitmeden, akan kan durmadan, anaların içi soğumadan hakkın kutsallığından dem vuranları hiçbir koşulda samimi bulmayacağız.

Bu vesileyle Memur-Sen olarak 8 Mart’ı bir kutlama değil bilinç tazeleme günü olarak görmemiz gerektiğini hatırlatıyor; kadın emeğinin önemsendiği, haklara ve fırsatlara erişimde eşitliğin sağlandığı, şiddetin her türlüsüyle ve ayrımcılıkla mücadelenin en etkili şekilde yürütüldüğü müreffeh bir Türkiye yüzyılına elbirliğiyle ulaşmayı diliyoruz.