*
Kızıl İktidar: Sabahın lacivertten griye, griden pembeye evrilen renginde, gözlerim toprağın nabzını tutarcasına ilerliyorum. Her attığım adım, uyanan dünyaya benden bir selam…
Yol boyu karşılıklı ot ve çalılık; her biri kendi hikâyesini fısıldayan, kadim dostlardan oluşan bir meclis.
Yolun solunda, şafak sökümünün kızıllığına bürünmüş bir ihtişam, Davn ağacı; sağında, beyazın saflığı ile sarının neşesini taşıyan iki tevazu abidesi; Hambeles ve Dağ Çileği...
Ben de onların arasında hem yolcu hem bir kulak misafiriyim.
Güneş; ufukta bir çizgi halinde beliriyor ve yükselmeye başlıyor. Şahsımın ve her şeyin gölgesi, gerçeğinden daha uzun, daha kalabalık bir çevre yaratıyor.
Size bir sır vereyim mi? Ben, bu yörelerin dilinden anlıyorum… İşte kanıtım:
Adı Davn ağacı- Kızıl İktidar: Yolun sol tarafı, adeta bir kızıl taht. Burada, ‘Davn’ hüküm sürüyor. Anadolu’nun başka diyarlarında onun çokça ismi var. Gölgesi, uzun değil mağrur, toprağa bir padişah tuğrası gibi düşüyor. Kırmızı leblebi büyüklüğündeki mücevherleri, üzüm salkımı misali bir arada sallanıyor. Her biri, sabah düşen çiğin cam boncuklarıyla süslü.
Gölgesi fısıldıyor: “Bak!” diyor, “Yolcu, bak bana! Bu yörede ilk ben fark edilirim. Rengim, şafağın kanıdır…
“Geçen hafta, bir anne ile çocuğu yaklaştı bana. Çocuğun avucunu kızılla doldurdum.
Adım bazı yörelerde ‘erkek’ kızılcık olsa da ben bu toprakların en dişil, en cömert bereketiyim.”
Hambeles-Bilge -Bekleyiş: Davn ağacının tam karşısında, yolun sağ tarafında, beyaz bir sabır yumağı. Gölgesi, Davn’ınki gibi uzun değil, daha topaç, daha derli toplu. Meyveler sık, yumru yumru ve bembeyaz. Şu sıralar henüz tam olgunlaşmamış olmanın rehaveti içinde.
Onun sesi daha alçak, daha bilge: “Acele etme,” diye mırıldanıyor, “Her şeyin bir vakti var. Davn kardeş kırmızı elbiseleriyle övüne dursun, benim beyazlığım bir uyarıdır. Şimdi yesen beni, boğazına yapışırım. Sert, naneli bir acıyla, görünmez bir el olur boğazını sıkarım. Bu sana ceza değil, bir ders olur. Ben insana sabretmeyi öğretirim. Olgunlaştığımda, ekşimsi, limonsu tadımla en sevilen baharatlardan biri olurum. İnsanlar aceleci olmasaydı, rayihamı ve kıymetimi anlarlardı.”
Hambeles’in gölgesi, yanı başındaki küçük komşusuna doğru hafifçe eğiliyor. Ona, “Sabır, küçük kardeşim, sabır,” diye öğüt veriyor.
Dağ Çileği-Sarhoş Edici Sır: Hambeles’in hemen yanı başında, toprağa yakın, minik bir neşe kaynağı var: Dağ Çileği, gölgesinin uzantısı ufacık, neredeyse 5 yaşında bir çocuğun boyu kadar. Meyveleri, bilye büyüklüğünde. Şimdilik yeşilden sürmeli bir sarılığa bürünmüşler. Ama birkaç gün sonra, güneşin öpücükleriyle kızıla, sonra ateş kırmızısına dönecekler.
Onun meyvesi, topacık, çıtır çıtır: “Beni duyuyor musunuz?” diye sesleniyor. “Ben, sonbaharın en son taçsız kraliçesiyim. Kokum, ormanın en tatlı nefesidir. Derler ki, beni çok fazla yemeniz halinde sizi sarhoş edermişim. Bu ne kadar doğru bilmem. Belki de bu, lezzetime duyulan özlemin, insanı baştan çıkaran büyüsünün bir metaforudur.
Davn kardeş görkemli, Hambeles abla bilge ama ben dağ çileği, bir güz günü rüyasıyım, beni yiyenler, çocukluğunun saf bahçesinde kaybolur…
Bu satırları yazan kişi olarak, onlardan miras kalan renkleri, tatları ve sözleri içimde taşıyarak yoluma devam ettim. Sanki doğa, bir sanat eserini seyrettiğim için değil, onun canlı bir parçası olduğum için bana şu sırrı fısıldamıştı: Bilmeliyiz ki her sabah, her şafak sökümü, dünyanın yeniden yazılan bir şiiridir ve bizler, eğer kulak verirsek, onun en güzel mısralarında gezinen birer heceyiz.
Anasayfa
Yazarlar
Hilmi Dulkadir
Yazı Detayı
Bu yazı 245+ kez okundu.
KÜLTÜR YAZILARI... GÜNE DOĞRU YAZILAR|22.10.2025|Hilmi DULKADİR| ŞAFAK SÖKÜMÜNÜN ÜÇ SAKİNİ
*
Kızıl İktidar: Sabahın lacivertten griye, griden pembeye evrilen renginde, gözlerim toprağın nabzını tutarcasına ilerliyorum. Her attığım adım, uyanan dünyaya benden bir selam…
Yol boyu karşılıklı ot ve çalılık; her biri kendi hikâyesini fısıldayan, kadim dostlardan oluşan bir meclis.
Yolun solunda, şafak sökümünün kızıllığına bürünmüş bir ihtişam, Davn ağacı; sağında, beyazın saflığı ile sarının neşesini taşıyan iki tevazu abidesi; Hambeles ve Dağ Çileği...
Ben de onların arasında hem yolcu hem bir kulak misafiriyim.
Güneş; ufukta bir çizgi halinde beliriyor ve yükselmeye başlıyor. Şahsımın ve her şeyin gölgesi, gerçeğinden daha uzun, daha kalabalık bir çevre yaratıyor.
Size bir sır vereyim mi? Ben, bu yörelerin dilinden anlıyorum… İşte kanıtım:
Adı Davn ağacı- Kızıl İktidar: Yolun sol tarafı, adeta bir kızıl taht. Burada, ‘Davn’ hüküm sürüyor. Anadolu’nun başka diyarlarında onun çokça ismi var. Gölgesi, uzun değil mağrur, toprağa bir padişah tuğrası gibi düşüyor. Kırmızı leblebi büyüklüğündeki mücevherleri, üzüm salkımı misali bir arada sallanıyor. Her biri, sabah düşen çiğin cam boncuklarıyla süslü.
Gölgesi fısıldıyor: “Bak!” diyor, “Yolcu, bak bana! Bu yörede ilk ben fark edilirim. Rengim, şafağın kanıdır…
“Geçen hafta, bir anne ile çocuğu yaklaştı bana. Çocuğun avucunu kızılla doldurdum.
Adım bazı yörelerde ‘erkek’ kızılcık olsa da ben bu toprakların en dişil, en cömert bereketiyim.”
Hambeles-Bilge -Bekleyiş: Davn ağacının tam karşısında, yolun sağ tarafında, beyaz bir sabır yumağı. Gölgesi, Davn’ınki gibi uzun değil, daha topaç, daha derli toplu. Meyveler sık, yumru yumru ve bembeyaz. Şu sıralar henüz tam olgunlaşmamış olmanın rehaveti içinde.
Onun sesi daha alçak, daha bilge: “Acele etme,” diye mırıldanıyor, “Her şeyin bir vakti var. Davn kardeş kırmızı elbiseleriyle övüne dursun, benim beyazlığım bir uyarıdır. Şimdi yesen beni, boğazına yapışırım. Sert, naneli bir acıyla, görünmez bir el olur boğazını sıkarım. Bu sana ceza değil, bir ders olur. Ben insana sabretmeyi öğretirim. Olgunlaştığımda, ekşimsi, limonsu tadımla en sevilen baharatlardan biri olurum. İnsanlar aceleci olmasaydı, rayihamı ve kıymetimi anlarlardı.”
Hambeles’in gölgesi, yanı başındaki küçük komşusuna doğru hafifçe eğiliyor. Ona, “Sabır, küçük kardeşim, sabır,” diye öğüt veriyor.
Dağ Çileği-Sarhoş Edici Sır: Hambeles’in hemen yanı başında, toprağa yakın, minik bir neşe kaynağı var: Dağ Çileği, gölgesinin uzantısı ufacık, neredeyse 5 yaşında bir çocuğun boyu kadar. Meyveleri, bilye büyüklüğünde. Şimdilik yeşilden sürmeli bir sarılığa bürünmüşler. Ama birkaç gün sonra, güneşin öpücükleriyle kızıla, sonra ateş kırmızısına dönecekler.
Onun meyvesi, topacık, çıtır çıtır: “Beni duyuyor musunuz?” diye sesleniyor. “Ben, sonbaharın en son taçsız kraliçesiyim. Kokum, ormanın en tatlı nefesidir. Derler ki, beni çok fazla yemeniz halinde sizi sarhoş edermişim. Bu ne kadar doğru bilmem. Belki de bu, lezzetime duyulan özlemin, insanı baştan çıkaran büyüsünün bir metaforudur.
Davn kardeş görkemli, Hambeles abla bilge ama ben dağ çileği, bir güz günü rüyasıyım, beni yiyenler, çocukluğunun saf bahçesinde kaybolur…
Bu satırları yazan kişi olarak, onlardan miras kalan renkleri, tatları ve sözleri içimde taşıyarak yoluma devam ettim. Sanki doğa, bir sanat eserini seyrettiğim için değil, onun canlı bir parçası olduğum için bana şu sırrı fısıldamıştı: Bilmeliyiz ki her sabah, her şafak sökümü, dünyanın yeniden yazılan bir şiiridir ve bizler, eğer kulak verirsek, onun en güzel mısralarında gezinen birer heceyiz.
Ekleme
Tarihi: 22 Ekim 2025 -Çarşamba
KÜLTÜR YAZILARI... GÜNE DOĞRU YAZILAR|22.10.2025|Hilmi DULKADİR| ŞAFAK SÖKÜMÜNÜN ÜÇ SAKİNİ
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.