Zeynep Çamak Atış, babası Hüseyin Çamak'ın ilham veren hayat hikâyesini "Babam Hüseyin: Bir Çobanın, Bir Doktorun, Bir Vekilin Hikâyesi" adlı kitabında okurla buluşturuyor. Bu eser, bir yaşam öyküsü olmaktan öte, Anadolu'nun zorlu coğrafyasından filizlenmiş bir çınarın, her şeye rağmen büyüyerek bir ilçeyi, Mersin ilini ve binlerce insanın yüreğini nasıl gölgesiyle sarıp sarmaladığının destansı hikâyesidir. Yazarın, babasının hayatını kendi ağzından ve büyük bir titizlikle derlediği bu eser, umudun, azmin ve insan sevgisinin zaferine adanmış bir belgedir. Kitap, yazarın 19-20 yaşlarında verdiği bir sözün yerine getirilmesiyle ortaya çıkmış, iki yıllık bir baba-kız söyleşisinin titizlikle işlenmiş halidir ve ümitsizliğe düşen, yılgınlığa kapılan herkese ilham verebilecek güçlü bir umut hikâyesi sunmaktadır.
*
Karakışta Doğan Bir Mücadele: Hasan Hüseyin
*
Hikâye, 1948 yılının dondurucu bir kış gününde, Maraş’ın Pazarcık ilçesine bağlı 40-50 hanelik Cennetpınarı köyünde başlar. Hüseyin Çamak'ın kimliğinde doğum tarihi olarak 16 Nisan yazsa da annesi Havis Hanım'ın hafızasına kazınan tarih, "karakışta" dünyaya geldiği o çetin gündür. Doğum, annesi için büyük bir tehlikeyi de beraberinde getirir; loğusalık hummasına yakalanan Havis Hanım, her tarafın karla kaplı olduğu, yol dahi olmayan bir coğrafyada, kundağa sarılı yeni doğmuş oğluyla birlikte at sırtında saatler süren zorlu bir yolculukla tren istasyonuna, oradan da günümüz Kahramanmaraş'ına ulaşarak tedavi olur ve hayata tutunur. Bu ilk mucize, Hüseyin Çamak’ın ileriki yıllarda vereceği hayata tutunma mücadelesinin de bir habercisidir. Köyün Derviş Dede'sinin işaretiyle adı "Hasan Hüseyin" konur. Ailede ilk kez duyulan bu isim, onun farklı bir yazgısı olduğunun ilk işaretidir.
Cennetpınarı, adının aksine ne bir pınarı ne de bir ırmağı olan, suyun damlayan bir çeşmeden bakır kovalarla taşındığı, sivrisinekler ve sıtmayla boğuşan mütevazı bir köydür. Ancak bu zorlu koşullar altında, insanlar birbirine kenetlenmiş, sorunlar kavga ve mahkemeyle değil, akil insanlar tarafından çözülen bir topluluk oluşturmuştur. Geçim, küçükbaş hayvancılık ve kendine yetecek kadar çiftçilikle sağlanır. Çocukluğunun ilk yılları, "huğ" denilen, dört duvar ve kamıştan örtülmüş çatısı olan, bir tarafında insanların diğer tarafında hayvanların kaldığı ilkel mekânlarda geçer. Işık, gazla çalışan "idare" lambasından gelir; banyo aynı odada ısıtılan suyla leğende yapılır ve tuvalet ihtiyacı açık alanda giderilir. Hüseyin'in en net hatırladığı anılardan biri, annesinin çeltik toplamaya gitmesi ve huğda tek başına kapalı kalınca yaşadığı büyük korkudur.
Annesi Havis Hanım, 14 yaşında öksüz kalmış, iç güveyi olarak gelen Mehmet Çamak (Torro) ile evlendirilmiş, fedakâr, çalışkan ve her şeyin mükemmel olmasını isteyen güçlü bir kadındır. Babası Torro ise rahat, herkesle şakalaşan, kimseyi kırmamaya çalışan, köyün Nasreddin Hoca'sıdır. Bu iki zıt karakterin evliliğinden 11 çocuk dünyaya gelir; ilk ikisi vefat eder, Hüseyin ve 8 kardeşi hayatta kalır. Köydeki yaşam, zorlu ama bir o kadar da dayanışma içindedir. Kışın karlı gecelerinde anlatılan masallar, yazın yaylaya yapılan ve yedi gün süren göç, çelik çomak ve beştaş oyunları, çamurdan yapılan hayvan figürleri Hüseyin'in çocukluk dünyasını şekillendirir. Ama en büyük sorumluluk, aileye yardım etmektir. İki yaz sığır güder, yazları kuzu güderek yedek çobanlık yapar. Yaylada, güneşin altında keçesinin üzerinde uyuyakaldığı o "tatlı uyku," belki de çocukluk yorgunluğunun en saf özetidir.
*
Bir Çobanın Okuma Azmi: Kültür, İnanç ve Mücadele
*
Hüseyin'in eğitimle imtihanı, köyde okul olmaması nedeniyle başlar. Okula başlama yaşı gelen çocuklar, babalarının ısrarı ile askerlikte okuma yazma öğrenen Ali Çavuş'a emanet edilir. Ali Çavuş, iki yıl boyunca kış aylarında okuma, yazma ve matematik öğretir. Derslerin yanı sıra Kürtçe konuşmayı yasaklar ve akşamları ev ev gezerek "hafiyelik" yapar, Kürtçe konuşanları cezalandırır. Bu suskunluk ortamında, çocukların tek ortak noktası türküler olur. Bu türküler, özlemi, acıyı ve hasreti ifade etmenin en saf yolu haline gelir. İki yılın sonunda, beş veli çocuklarını devlet okulu olan 7 kilometre uzaktaki Amıklı İlkokulu'na kaydettirir. Hafta içi 3 km ötedeki Kelibişler Köyündeki akrabalarında yatılı kalan çocuklar, cumartesi öğleden sonra köyüne döner. Amıklı İlkokulu'nda Bulgar göçmeni Yusuf Hoca'dan ders alırlar. Ali Çavuş'un attığı temel sayesinde, beşinci sınıftakilerin çözemediği problemleri bile çözebilecek kadar ileridedirler. Bu durum, Pazarcık İlköğretim Müdürlüğü'nün dikkatini çeker ve Hüseyin ile dört arkadaşı, sınava tabi tutulmak üzere çağrılır. Yolculuk, hayatında ilk kez kebap yemesiyle ve Domates Yaşar'ın otobüsüyle unutulmaz bir maceraya dönüşür. Sınavda gösterdikleri büyük başarıyla doğrudan üçüncü sınıftan başlama hakkı kazanırlar.
Hüseyin Çamak'ın hikâyesi, bireysel bir başarıdan ibaret değildir; aynı zamanda onun kişisel mücadelesinin, kadim bir kültüre dayandığının da bir göstergesidir. Ailesi, Horasan'dan Anadolu'ya gelen Sinemilli aşiretinin Çağraş (Şığraşanlı) kolundandır. Alevi inancı, hayatının ve dünya görüşünün temel taşlarını oluşturur. Alevilikteki "eline, beline, diline sahip ol" ilkesi, onun için sadece ahlaki bir öğüt değil, aynı zamanda "yurduna, toprağına ve Türk diline sahip çık" anlamını taşır. Bu, Hacı Bektaş-ı Veli'nin Moğol işgali altındaki Anadolu'ya verdiği milli bir mesajdır ve Hüseyin Çamak için çok sevdiği Atatürk'ün ilkeleriyle de birebir örtüşmektedir. Köydeki cem törenleri, çocukluğunun en önemli sosyal ve manevi öğrenme alanlarıdır. Cem, 12 hizmetin yerine getirildiği, deyişlerin söylendiği, semah dönülen ve adalet mekanizmasının işlediği kutsal bir ibadettir.
Bu törenlerde aklına kazınan bir olay, "rızalık" kavramının ne denli ciddiye alındığını gösterir. Bir cem sırasında, bir kişinin başkasının tarlasından izinsiz birkaç karpuz aldığı ortaya çıkar. Cem, karpuzun sahibinin rızası alınana kadar durdurulur. Kar fırtınasında, atlı iki kişi, karpuzun sahibini bulmak için 10 km yol kat eder ve onun "razıyım" sözünü getirir. Zira, rıza olmadan, cem yürütülmez, lokma yenmez. Bu zengin kültürel ve inançsal arka plan içinde büyüyen Hüseyin, liseyi bitirene kadar yazları çobanlık yapmaya devam eder. Maraş Lisesi'ni bitirdiğinde hedefi tıp okumaktır. Ancak kader onu ilk olarak Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü'ne yönlendirir. Ankara'da geçim sıkıntısı çekerken Cumhuriyet Gazetesi’ne yazdığı bir okur mektubu çare olur. Şermin Hanım bu mektubu okur ve Hüseyin'e mektup yazarak onun hayatındaki en önemli dönüm noktalarından birini başlatır. Şermin Hanım'ın burs desteğiyle ayakta kalır. Bir yandan arkeoloji okuyup, bir yandan da Eczacılık Fakültesi'nde laborant olarak çalışıp, diğer yandan tıp sınavlarına hazırlanır. Bu insanüstü çaba, onun ne kadar kararlı olduğunun kanıtıdır. Nihayetinde, bir çocukluk arkadaşının "Öyle bir meslek edin ki iktidarlara mahkûm olma!" sözüyle kafasındaki tüm şüpheler dağılır ve Diyarbakır Tıp Fakültesi'ne kaydolur. Köyüne doktor olacağını söylediğinde ise herkeste dehşet bir heyecan ve gurur dalgası yayılır.
*
Mersin'in İnsanları ve Hizmet Aşkı
*
Hüseyin Çamak, Diyarbakır Tıp Fakültesi'ni bitirip İzmir'de iç hastalıkları ihtisasını tamamladıktan sonra, askerliğini yedek subay olarak Akçay'da yapar. Askerlik sonrası, bir ayını geçirmek için gittiği köyünde sıkılınca Pazarcık'ta geçici bir muayenehane açar. Pratisyen hekimin olduğu ilçede, bir iç hastalıkları uzmanının varlığı büyük bir heyecan yaratır. İlk gün, askerde bir ayda kazandığı maaşı bir günde kazanır; bu, onun için inanılmaz bir deneyimdir. Ancak onun asıl hikâyesi, tayin isteyip yedinci tercihi olan Mersin'e atanmasıyla başlar. Bu atamada, Maraş olaylarından sonra Mersin'e yerleşen kayınpederinin, Sağlık Bakanlığı'ndaki olağanüstü çabası etkili olur. Hüseyin Çamak, 1980 yılında Mersin Devlet Hastanesi'nde göreve başlar.
Mersin, Dr. Hüseyin Çamak'ı mesleğiyle, duruşuyla, insan sevgisiyle kısa sürede benimser. Onun için hekimlik, bir meslek olmaktan öte, bir yaşam felsefesidir. İsveçli bir profesörden duyduğu ve benimsediği "iyi hekimin özellikleri" sıralaması şöyledir:
Dürüstlük, güven verme, empati, ulaşılabilirlik, vicdan ve en sonda bilgi... Bu felsefeyle hareket eder. Ödeme gücü olmayan hastalarından hiçbir zaman ücret almaz. Hatta zaman zaman ilaç parasını bile cebinden öder. Hastalar, muayene ücreti yerine getirdikleri yumurta, süt, domates, biber ve pekmezle bu minneti ifade etmeye çalışırlar. Bu durum, onun Mersin halkı arasında "Parasız Doktor" olarak anılmasına ve sevilmesine neden olur.
Nitekim, halkla bu denli iç içe olan bir hekimin siyasete atılması kaçınılmazdır.
CHP ile olan organik bağı uzun yıllara dayanır, ancak devlet memuru olduğu için resmi üyeliği ancak muayenehane açtıktan sonra, 1980'lerin ortasında SODEP'e kaydolmasıyla başlar. 1989 yerel seçimlerinde, dönemin CHP Genel Sekreteri Deniz Baykal'ın talimatıyla Mersin Belediye Başkanlığı için kendisine teklif götürülür. Ancak o, mesleğinin zirvesinde olduğunu ve belediye başkanlığı maaşıyla çocuklarının geleceğini garanti altına alamayacağını söyleyerek bu teklifi kibarca reddeder. Amacı, siyaseti mesleğine alet etmek değil, mesleğini siyasete alet etmemektir. 2002 genel seçimleri öncesinde, Mersin'deki Alevi camiasının ve esnafın yoğun ısrarı ve toplu kararıyla CHP'den milletvekili aday adayı olur. Önseçim olmaması nedeniyle merkez yönetimince belirlenecek listede yer alamaz. 2011 seçimlerinde ise adaylar merkez yoklaması ile belirlenir. Onun siyasetteki kararlılığı, 2015 Haziran seçimlerinde meyvesini verir. CHP'de ilk kez yapılan önseçimde, Mersin'de birinci sıradan milletvekili seçilir ve 25. Dönem CHP Mersin Milletvekili olarak Meclis'e girer. Ancak TBMM'ye girdiği dönem, muhalefet için zor bir dönemdir. Buna rağmen o, seçmenlerine karşı olan sorumluluğunu hiçbir zaman unutmaz.
*
Son Söz
*
Dr. Hüseyin Çamak'ın hikâyesi, Anadolu'nun ücra bir köyünden çıkıp, inanç, azim ve insan sevgisiyle bir şehri kucaklama hikâyesidir. Hayatı, "Ölüm dışında her şeyin çaresi vardır" inancıyla, insanlara çare olmak üzerine kuruludur. O, sadece bir hekim ya da siyasetçi değil; aynı zamanda bir kültür mozaiği olan Anadolu'nun kadim değerlerini, hoşgörüsünü, yardımlaşmasını ve insanlığını Mersin'de yaşatan bir neferdir. Bu kitap, onun mütevazı ama bir o kadar da çarpıcı hayatına bir saygı duruşu niteliğindedir.
Dr. Hüseyin Çamak'ın şu sözü, tüm hayat felsefesini özetler: "İnsan olmak öldürmekten değil yaşatmaktan geçer. Benim gibi doktor olanlar bunun baş görev olduğunu çok iyi bilir. Bu topraklar çok acı gördü, barış ve huzur isteyen herkes artık birlikte hareket etmelidir."
*
Kaynak:
Zeynep Çamak Atış, Babam Hüseyin: Bir Çobanın, Bir Doktorun, Bir Vekilin Hikâyesi, Cumhuriyet Kitapları, I. baskı, İstanbul, Ekim 2022, 348 s., ek: 7 fotoğraf, 1 belge.