Hilmi Dulkadir
Köşe Yazarı
Hilmi Dulkadir
 

KÜLTÜR YAZILARI... KAPAĞI AÇILAN KİTAP |: 40 YIL ŞİİR: Gündüz ARTAN | Tanıtım: Hilmi DULKADİR | 20 Aralık 2025

•        Kütüphanemin en özel köşesinde durmaktadır, zımbalanmış, teksir baskılı o küçük kitapçık. Kapağında çizgilerle çerçevelenmiş üç kelime: “40 YIL ŞİİR”. Altında, bir ömre sığmış mütevazı bir imza: “GÜNDÜZ ARTAN”. Hepsi 38 sayfa, daktilo ile yazılmış, 15x21 ebadında bir hatıra. Daha doğrusu, Gündüz Artan üstadımın bana, bizim hayatımıza, yalnızlığına ve nihayet bizim dostluğumuzla bulduğu neşesine dair emaneti.       Gündüz Artan’ı, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi’nde Gülnar’dan yaptığı bir derlemeyle tanıdım. “Kimdir Gündüz Artan? Bulmalıyım,” dedim ve Mersin’de buldum. O zamanlar Halk Eğitimi Merkezi ve Akşam Sanat Okulu Müdürü idim. Öyle bir dost olduk ki tarifi imkânsız…       Kendilerine müdürlükte bir oda verdim, bilgisayar öğretmesi için öğretici görevlendirdim ve bir bilgisayar tahsis ettim. Çok mutlu oldu. Bir gün bana dedi ki: “Hilmi Bey, ben her gün evden çıkıp deniz kenarına gider, uzaklara bakar bakar dönerdim. Sıkıntılıydım. Sizinle tanışmam, hayatımı ikiye böldü. Tanışmamızdan önce ve sonra.”       İşte bu kitapçık, o “öncesi”nin, yalnızlığın ve yoğun duyguların şiirleşmiş halidir.       Mart 1995'ti. İlk şiirinin yayınlandığı 1955'ten tam kırk yıl sonra, bu karalamaları bir araya getirdiği kendi şairlik serüveninin bir muhasebesi, özel bir arşivdi bu. Onu bana, dostuna armağan etti.       Ama ben onu okurken, satır aralarında yalnız şairi değil, o içli, kırılgan, sonra dostluğumla yeniden hayat bulan insanı görüyorum. Bu yazıda, onun bizzat yaptığı gruplandırmaya sadık kalarak, ‘Sevi’den ‘Duygular’a uzanan iç yolculuğuna birlikte eşlik edelim mi?       Gündüz Artan, şiirlerini rastgele dizmemiş. Kendi eliyle, adeta bir duygu haritası çizmiş. İlk grup, adı üstünde: “SEVİ”.       Bu bölüm, 1955’in Ağustos’unda “Türk Dili” dergisinde yayımlanan ilk şiiriyle açılıyor: “BU SENDEN BAHSEDEN İLK ŞİİR”. O zamanlar 20’li yaşlarında bir genç. Daha ilk dizelerden, içli, kırık bir aşkın sesini duyuruyor:       “Henüz başlangıcıydı, farkında mısın, / Tükettik bütün ümitleri / Ve gözlerin konuşmadığı bir sabah / Bir nefes gibi üfledik saadeti.”        Bu, o dönemin hakim şiir anlayışından besleniyor ama saf, samimi bir sese sahip. Aynı yıllarda, mesela Cahit Sıtkı’nın “Memleket İsterim”deki umudu değil de “Otuz Beş Yaş”taki hüznü yankılanıyor burada. Ya da Attilâ İlhan’ın sisli İstanbul’unda kaybolan aşıkların heyecanı, Artan’da daha derinden, daha içe işleyen bir acıya dönüşüyor.        “Sevi” grubundaki diğer şiirler – “Siz Tanımazsınız”, “Birinci Mektup”, “Mektubumun Devamı” – bir aşkın çöküşünü, mektuplara sığınan bir yalnızlığı anlatır. Özellikle “Garip” (1956) şiiri, başlığıyla Orhan Veli’cilere selam verir gibidir ama ruhu farklıdır:        “Bense bir garip şehrin ortasında / -Eskimiş bir plâk gibi- / Aynı kelimelerle ağlamaktayım.” Burada “eski plak” imgesi muazzamdır. 1950’lerin Türkiye’sinde, plak evlere yeni giren, aşkı ve hüznü taşıyan bir nesnedir. Artan, kendi duygusunu bu modern nesneyle özdeşleştiriyor.        Sonra, yazarın koyduğu diğer gruba gelelim: “KARAMSAR”. Burada “Ağlamaklı”, “Ümitsizlik Şiiri”, “Öyle Yakınım Yıldızlara” gibi şiirler yer almakta. Artık, kaybedilmiş bir aşk değil, hayata dair varoluşa dönük bir bıkkınlık, şehirlerin yalnızlığı vardır:        “Burada büyük şehirleri unutacaksın, / Avuç dolusu insan ortasında / Bir başına yaşıyacaksın…” (Ağlamaklı, 1956).        Bu dizelerde, o dönemde filizlenmekte olan İkinci Yeni’nin kentli bireyin yabancılaşması temasını, daha lirik ve düz bir anlatımla işlediğini görürüz. Sesini yükseltmez, fısıldar gibidir Gündüz Artan. *        Esasen, Gündüz Artan’ın defteri hüzünle dolu değil. Onun şairlik serüveninin diğer yüzlerini de bu kitapçıkta görürüz. Örneğin, “Bir Manzume, Bir Çeviri” başlığı altında iki ilginç çalışması var.        “Kanatlılar Marşı” (1952), onun belki de yayımlanan ilk çalışması. Coşkulu, idealist bir gençlik marşıdır:        “Ayyıldızlı kanatlar altında anavatan / Korku nedir bilmeyen cesur gençlik istiyor…”        Sonra, Victor Hugo’dan yaptığı “Chanson” (1955) çevirisi gelir. Bu, onun dünya şiirine açılan penceresidir. Hugo’nun o romantik ve ölümü düşünen halini Türkçeye ustalıkla taşır:        “Ölüm beni sakince götürmek üzeredir, / Simsiyah saçlarını sanki duyar gibiyim…”        Ve nihayet, “Aruzla” başlıklı bölüm. Kendisinin de önsözde belirttiği gibi, sonraki yıllarda aruzla yazdığı denemeler. “Mihrican’a Gazel” (Mihrican, onun yazları çıktığı Mersin’deki yaylasının adıdır), (1957) bunlardan biri. Divan şiiri geleneğiyle kurduğu kişisel bir köprüdür:        “Ayrılırken ağlıyorsak hasretinden anmasın, / Neş'esinden dopdoluyuz derd ü gamdır sanmasın.”        Bu denemeler, onun şiire ne kadar ciddi baktığını, biçimin peşinde de koştuğunu göstermektedir.        Kitapçığın sonlarına doğru, yıllar ilerledikçe, sesinde bir yumuşama, başka bir sevginin sıcaklığı gelir. “Torunumu Beklerken” (1991) şiiri, beni en çok duygulandıranlardandır. O içli şair, yazar, o güzel insan bu kez beklentinin saf sevincini yazmaktadır:        “Annem diyecek bir yeni dünya güzeli, / Bir benzeri yok taze tomurcuk misali.”        İşte bu dizeler, onun hayatının “ikinci dönem”ine, belki de biraz huzur bulduğu yıllarına ait gibi gelmektedir bana. *        Gündüz Artan’ın şiiri, 1950’ler Türk şiirinin büyük kavgalarının, isimlerinin gölgesinde kalmış, kişisel, samimi, içe dönük bir sestir. O, büyük ideolojileri değil, kalbinin kırık tellerini yazmıştır. Yaptığı gruplandırmalar da bunun kanıtıdır: Sevi, Karamsar, Duygular…        Bu küçük, tel zımbalı kitapçık, onun bana olan güveninin ve dostluğumuzun en kıymetli vesikasıdır. Sayfalarını çevirdikçe, şiirlerini ve daktilosunun sesini, o mütevazı odamızdaki sohbetlerimizi, hayata beraber tutunmamızı hatırlarım.        Vefat ettiğinde bir duvar köşesine oturup hüngür hüngür ağlamıştım. Şimdi bu satırları yazarken, onun şu dizeleri geliyor aklıma:        “Her sabah yepyeni ümitlerle / Ve arzularla dopdolu / Gözümü açışım dünyaya. / Senin için sevdiğim, senin için / Sarılışım yaşamaya.” (Mektuplar III, 1956).        Evet, Sevgili Gündüz Abim, sen hem sevdaların hem şiirin hem de bu dostluğun için sarıldın yaşamaya. Biz de seni, bu küçük kitapçıktaki yürek sesinle hatırlayacağız.        Ruhu şad olsun…
Ekleme Tarihi: 20 Aralık 2025 -Cumartesi

KÜLTÜR YAZILARI... KAPAĞI AÇILAN KİTAP |: 40 YIL ŞİİR: Gündüz ARTAN | Tanıtım: Hilmi DULKADİR | 20 Aralık 2025



       Kütüphanemin en özel köşesinde durmaktadır, zımbalanmış, teksir baskılı o küçük kitapçık. Kapağında çizgilerle çerçevelenmiş üç kelime: “40 YIL ŞİİR”. Altında, bir ömre sığmış mütevazı bir imza: “GÜNDÜZ ARTAN”. Hepsi 38 sayfa, daktilo ile yazılmış, 15x21 ebadında bir hatıra. Daha doğrusu, Gündüz Artan üstadımın bana, bizim hayatımıza, yalnızlığına ve nihayet bizim dostluğumuzla bulduğu neşesine dair emaneti.
      Gündüz Artan’ı, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi’nde Gülnar’dan yaptığı bir derlemeyle tanıdım. “Kimdir Gündüz Artan? Bulmalıyım,” dedim ve Mersin’de buldum. O zamanlar Halk Eğitimi Merkezi ve Akşam Sanat Okulu Müdürü idim. Öyle bir dost olduk ki tarifi imkânsız…
      Kendilerine müdürlükte bir oda verdim, bilgisayar öğretmesi için öğretici görevlendirdim ve bir bilgisayar tahsis ettim. Çok mutlu oldu. Bir gün bana dedi ki: “Hilmi Bey, ben her gün evden çıkıp deniz kenarına gider, uzaklara bakar bakar dönerdim. Sıkıntılıydım. Sizinle tanışmam, hayatımı ikiye böldü. Tanışmamızdan önce ve sonra.”
      İşte bu kitapçık, o “öncesi”nin, yalnızlığın ve yoğun duyguların şiirleşmiş halidir.
      Mart 1995'ti. İlk şiirinin yayınlandığı 1955'ten tam kırk yıl sonra, bu karalamaları bir araya getirdiği kendi şairlik serüveninin bir muhasebesi, özel bir arşivdi bu. Onu bana, dostuna armağan etti.
      Ama ben onu okurken, satır aralarında yalnız şairi değil, o içli, kırılgan, sonra dostluğumla yeniden hayat bulan insanı görüyorum. Bu yazıda, onun bizzat yaptığı gruplandırmaya sadık kalarak, ‘Sevi’den ‘Duygular’a uzanan iç yolculuğuna birlikte eşlik edelim mi?
      Gündüz Artan, şiirlerini rastgele dizmemiş. Kendi eliyle, adeta bir duygu haritası çizmiş. İlk grup, adı üstünde: “SEVİ”.
      Bu bölüm, 1955’in Ağustos’unda “Türk Dili” dergisinde yayımlanan ilk şiiriyle açılıyor: “BU SENDEN BAHSEDEN İLK ŞİİR”. O zamanlar 20’li yaşlarında bir genç. Daha ilk dizelerden, içli, kırık bir aşkın sesini duyuruyor:
      “Henüz başlangıcıydı, farkında mısın, / Tükettik bütün ümitleri / Ve gözlerin konuşmadığı bir sabah / Bir nefes gibi üfledik saadeti.”
       Bu, o dönemin hakim şiir anlayışından besleniyor ama saf, samimi bir sese sahip. Aynı yıllarda, mesela Cahit Sıtkı’nın “Memleket İsterim”deki umudu değil de “Otuz Beş Yaş”taki hüznü yankılanıyor burada. Ya da Attilâ İlhan’ın sisli İstanbul’unda kaybolan aşıkların heyecanı, Artan’da daha derinden, daha içe işleyen bir acıya dönüşüyor.
       “Sevi” grubundaki diğer şiirler – “Siz Tanımazsınız”, “Birinci Mektup”, “Mektubumun Devamı” – bir aşkın çöküşünü, mektuplara sığınan bir yalnızlığı anlatır. Özellikle “Garip” (1956) şiiri, başlığıyla Orhan Veli’cilere selam verir gibidir ama ruhu farklıdır:
       “Bense bir garip şehrin ortasında / -Eskimiş bir plâk gibi- / Aynı kelimelerle ağlamaktayım.”
Burada “eski plak” imgesi muazzamdır. 1950’lerin Türkiye’sinde, plak evlere yeni giren, aşkı ve hüznü taşıyan bir nesnedir. Artan, kendi duygusunu bu modern nesneyle özdeşleştiriyor.
       Sonra, yazarın koyduğu diğer gruba gelelim: “KARAMSAR”. Burada “Ağlamaklı”, “Ümitsizlik Şiiri”, “Öyle Yakınım Yıldızlara” gibi şiirler yer almakta. Artık, kaybedilmiş bir aşk değil, hayata dair varoluşa dönük bir bıkkınlık, şehirlerin yalnızlığı vardır:
       “Burada büyük şehirleri unutacaksın, / Avuç dolusu insan ortasında / Bir başına yaşıyacaksın…” (Ağlamaklı, 1956).
       Bu dizelerde, o dönemde filizlenmekte olan İkinci Yeni’nin kentli bireyin yabancılaşması temasını, daha lirik ve düz bir anlatımla işlediğini görürüz. Sesini yükseltmez, fısıldar gibidir Gündüz Artan.
*
       Esasen, Gündüz Artan’ın defteri hüzünle dolu değil. Onun şairlik serüveninin diğer yüzlerini de bu kitapçıkta görürüz. Örneğin, “Bir Manzume, Bir Çeviri” başlığı altında iki ilginç çalışması var.
       “Kanatlılar Marşı” (1952), onun belki de yayımlanan ilk çalışması. Coşkulu, idealist bir gençlik marşıdır:
       “Ayyıldızlı kanatlar altında anavatan / Korku nedir bilmeyen cesur gençlik istiyor…”
       Sonra, Victor Hugo’dan yaptığı “Chanson” (1955) çevirisi gelir. Bu, onun dünya şiirine açılan penceresidir. Hugo’nun o romantik ve ölümü düşünen halini Türkçeye ustalıkla taşır:
       “Ölüm beni sakince götürmek üzeredir, / Simsiyah saçlarını sanki duyar gibiyim…”
       Ve nihayet, “Aruzla” başlıklı bölüm. Kendisinin de önsözde belirttiği gibi, sonraki yıllarda aruzla yazdığı denemeler. “Mihrican’a Gazel” (Mihrican, onun yazları çıktığı Mersin’deki yaylasının adıdır), (1957) bunlardan biri. Divan şiiri geleneğiyle kurduğu kişisel bir köprüdür:
       “Ayrılırken ağlıyorsak hasretinden anmasın, / Neş'esinden dopdoluyuz derd ü gamdır sanmasın.”
       Bu denemeler, onun şiire ne kadar ciddi baktığını, biçimin peşinde de koştuğunu göstermektedir.
       Kitapçığın sonlarına doğru, yıllar ilerledikçe, sesinde bir yumuşama, başka bir sevginin sıcaklığı gelir. “Torunumu Beklerken” (1991) şiiri, beni en çok duygulandıranlardandır. O içli şair, yazar, o güzel insan bu kez beklentinin saf sevincini yazmaktadır:
       “Annem diyecek bir yeni dünya güzeli, / Bir benzeri yok taze tomurcuk misali.”
       İşte bu dizeler, onun hayatının “ikinci dönem”ine, belki de biraz huzur bulduğu yıllarına ait gibi gelmektedir bana.
*
       Gündüz Artan’ın şiiri, 1950’ler Türk şiirinin büyük kavgalarının, isimlerinin gölgesinde kalmış, kişisel, samimi, içe dönük bir sestir. O, büyük ideolojileri değil, kalbinin kırık tellerini yazmıştır. Yaptığı gruplandırmalar da bunun kanıtıdır: Sevi, Karamsar, Duygular…
       Bu küçük, tel zımbalı kitapçık, onun bana olan güveninin ve dostluğumuzun en kıymetli vesikasıdır. Sayfalarını çevirdikçe, şiirlerini ve daktilosunun sesini, o mütevazı odamızdaki sohbetlerimizi, hayata beraber tutunmamızı hatırlarım.
       Vefat ettiğinde bir duvar köşesine oturup hüngür hüngür ağlamıştım. Şimdi bu satırları yazarken, onun şu dizeleri geliyor aklıma:
       “Her sabah yepyeni ümitlerle / Ve arzularla dopdolu / Gözümü açışım dünyaya. / Senin için sevdiğim, senin için / Sarılışım yaşamaya.” (Mektuplar III, 1956).
       Evet, Sevgili Gündüz Abim, sen hem sevdaların hem şiirin hem de bu dostluğun için sarıldın yaşamaya. Biz de seni, bu küçük kitapçıktaki yürek sesinle hatırlayacağız.
       Ruhu şad olsun…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve mersindesonhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.