SİTESOL1
SİTESAĞ1
Hilmi Dulkadir
Köşe Yazarı
Hilmi Dulkadir
 

KÜLTÜR YAZILARI... PAZARTESİ-PERŞEMBE BULUŞMALARI-26: 14 Ağustos 2025

Yörük Kadınlarının Zamanlar Arası İzleri-22: (Y9) Anne İçin-II: Çadırdan Çadıra Kaçış-Bebeğin Kırkı ve Kurbanın Duası * Sarıkeçili Yörüğü İbrahim Karadayı ile yaptığım görüşmede (Dulkadir, 1997) Yörük düğünlerinin nadiren de olsa köy yakınlarında yapıldığını, dışarıdan evliliğe pek sıcak bakılmadığını ve evliliklerin genellikle kendi toplulukları arasında gerçekleştiğini belirtmişti. Bu durumun kimi zaman kaçarak evliliği beraberinde getirdiğini belirten Karadayı, "Elin memleketinde nasıl düğün yapabiliriz?" diyerek konar-göçer yaşamın bu durumu nasıl etkilediğini vurguladı. (Y9)’kodlu annenin anlattıkları: Çadırdan çadıra kaçmış olsam da bir süre sonra çocuk hasreti, yüreğime bir taş gibi oturdu. Doktor kapılarında umut aradım; şehirlerin soğuk koridorlarında, beyaz önlüklü ellerde çare bulamadım.  Kız kardeşimin bir günlük bebeğini aldım; hastaneden eve, benim kucağıma geldi. Yıkadık, tuz, kına, bal, tarçın karışımıyla vücudunu ovduk; beş dakika sonra duruladık ki teni yanmasın.  Öz annesi bir gün emzirdi, sonra mama ile büyüdü çocuk.  Bebeğin eşi hastanede kaldı; ne oldu, bilmiyorum, kimse anlatmadı.  Göbek bağını on yıl sakladım; bir kutuda, dualarla korudum, sonra evde kayboldu, sanki bir el onu aldı götürdü… On günlükken yaylaya götürdük bebeği. Hediyeler yağmur gibi yağdı; komşular, akrabalar, çadırdan çadıra bereket taşındı.  Sarılık olmasın diye üstüne sarı ve kırmızı yağlık örttük; nazardan korunsun diye yastığının altına Kur’an, makas, iğne, ekmek, bozuk para koydum.  İlk önce bebeği kaynıma götürdüm; töre böyleydi, ailenin büyüğüne sunulurdu çocuk.  Kayalardan kırk taş topladım, çıkın yaptım, ibrikten akıtılan suyla yıkadım bebeği. Her gün bir taş, bir dua; kırkıncı gün, yine kırk taşla bebeği ve kendimizi yıkadık.  Taşları, kimse basmasın diye duvar dibine bıraktık; o taşlar, gerçekte kaya değil, belki de bir hayatın başlangıcıydı. Adak yapmadım, ama ziyarete gittik; türbelerde, yatırların gölgesinde dualar ettik. Bebeği alınca yedi yıl kurban kestik; her kurban, bir şükür, bir umuttu. Hastalandığında iki kurban daha; kan aktı, dua yükseldi.  Çevreden “çocuğu olmadı” demesinler diye, “Keşke bir çocuğum olsa da ölse,” derdim . Bu söz, yüreğimin sızısını örten bir duaydı. Ne kadar ağır ne kadar gerçek!.. Bu satırları okuyanlar bilsinler ki Yörük kültürü, bu ritüellerde nefes alıyordu. Kırk taş, tuzlu karışımlar, kurbanlar; hepsi hayatın geçişlerini kutsallaştırıyordu.  Bebek, bir “can” olmaktan öte, ailenin devamı, umudun, geleceğin simgesiydi.  Göç, çadır, deve, koyunlar; hepsi bir döngüydü.  Geçen zamanın gadri, bu gelenekleri alıp uzaklara taşısa da içimizde hâlâ o çadırın kokusu, yaylanın serinliği, kurbanın duası var.  İçel’in, şimdinin Mersin dağlarında, çadırlarında, bu hikâyeler hâlâ yaşıyor; her bir taşta, her bir duada, her bir bilge yörük annelerinin dilinde… * PAZARTESİ-PERŞEMBE BULUŞMALARI-27: 18 Ağustos 2025 Yörük Kadınlarının Zamanlar Arası İzleri-23: “Göçün Rüzgârı”: Dürdane Sarı’nın Kaleminden Doğum, Hayat ve Direniş Destanı Kaynakça Demir, Ö., & Bakar, N. (2014). Silifke Yörüklerinde Doğum, Evlenme ve Ölüm Gelenekleri Üzerine Bir Araştırma. Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 1(35), s. 111-133. Dulkadir, H. (1997). İçel'de Son Yörükler SARIKEÇİLİLER (Yük. Lis.Tezi). 188 s. Mersin: İçel Valiliği Yayınları-3.
Ekleme Tarihi: 15 Ağustos 2025 -Cuma

KÜLTÜR YAZILARI... PAZARTESİ-PERŞEMBE BULUŞMALARI-26: 14 Ağustos 2025


Yörük Kadınlarının Zamanlar Arası İzleri-22: (Y9) Anne İçin-II:
Çadırdan Çadıra Kaçış-Bebeğin Kırkı ve Kurbanın Duası
*
Sarıkeçili Yörüğü İbrahim Karadayı ile yaptığım görüşmede (Dulkadir, 1997) Yörük düğünlerinin nadiren de olsa köy yakınlarında yapıldığını, dışarıdan evliliğe pek sıcak bakılmadığını ve evliliklerin genellikle kendi toplulukları arasında gerçekleştiğini belirtmişti. Bu durumun kimi zaman kaçarak evliliği beraberinde getirdiğini belirten Karadayı, "Elin memleketinde nasıl düğün yapabiliriz?" diyerek konar-göçer yaşamın bu durumu nasıl etkilediğini vurguladı.
(Y9)’kodlu annenin anlattıkları:
Çadırdan çadıra kaçmış olsam da bir süre sonra çocuk hasreti, yüreğime bir taş gibi oturdu.
Doktor kapılarında umut aradım; şehirlerin soğuk koridorlarında, beyaz önlüklü ellerde çare bulamadım. 
Kız kardeşimin bir günlük bebeğini aldım; hastaneden eve, benim kucağıma geldi. Yıkadık, tuz, kına, bal, tarçın karışımıyla vücudunu ovduk; beş dakika sonra duruladık ki teni yanmasın. 
Öz annesi bir gün emzirdi, sonra mama ile büyüdü çocuk. 
Bebeğin eşi hastanede kaldı; ne oldu, bilmiyorum, kimse anlatmadı. 
Göbek bağını on yıl sakladım; bir kutuda, dualarla korudum, sonra evde kayboldu, sanki bir el onu aldı götürdü…
On günlükken yaylaya götürdük bebeği. Hediyeler yağmur gibi yağdı; komşular, akrabalar, çadırdan çadıra bereket taşındı. 
Sarılık olmasın diye üstüne sarı ve kırmızı yağlık örttük; nazardan korunsun diye yastığının altına Kur’an, makas, iğne, ekmek, bozuk para koydum. 
İlk önce bebeği kaynıma götürdüm; töre böyleydi, ailenin büyüğüne sunulurdu çocuk. 
Kayalardan kırk taş topladım, çıkın yaptım, ibrikten akıtılan suyla yıkadım bebeği. Her gün bir taş, bir dua; kırkıncı gün, yine kırk taşla bebeği ve kendimizi yıkadık. 
Taşları, kimse basmasın diye duvar dibine bıraktık; o taşlar, gerçekte kaya değil, belki de bir hayatın başlangıcıydı.
Adak yapmadım, ama ziyarete gittik; türbelerde, yatırların gölgesinde dualar ettik. Bebeği alınca yedi yıl kurban kestik; her kurban, bir şükür, bir umuttu. Hastalandığında iki kurban daha; kan aktı, dua yükseldi. 
Çevreden “çocuğu olmadı” demesinler diye, “Keşke bir çocuğum olsa da ölse,” derdim . Bu söz, yüreğimin sızısını örten bir duaydı. Ne kadar ağır ne kadar gerçek!..
Bu satırları okuyanlar bilsinler ki Yörük kültürü, bu ritüellerde nefes alıyordu. Kırk taş, tuzlu karışımlar, kurbanlar; hepsi hayatın geçişlerini kutsallaştırıyordu. 
Bebek, bir “can” olmaktan öte, ailenin devamı, umudun, geleceğin simgesiydi. 
Göç, çadır, deve, koyunlar; hepsi bir döngüydü. 
Geçen zamanın gadri, bu gelenekleri alıp uzaklara taşısa da içimizde hâlâ o çadırın kokusu, yaylanın serinliği, kurbanın duası var. 
İçel’in, şimdinin Mersin dağlarında, çadırlarında, bu hikâyeler hâlâ yaşıyor; her bir taşta, her bir duada, her bir bilge yörük annelerinin dilinde…
*
PAZARTESİ-PERŞEMBE BULUŞMALARI-27: 18 Ağustos 2025
Yörük Kadınlarının Zamanlar Arası İzleri-23:
“Göçün Rüzgârı”: Dürdane Sarı’nın Kaleminden Doğum, Hayat ve Direniş Destanı
Kaynakça
Demir, Ö., & Bakar, N. (2014). Silifke Yörüklerinde Doğum, Evlenme ve Ölüm Gelenekleri Üzerine Bir Araştırma. Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 1(35), s. 111-133.
Dulkadir, H. (1997). İçel'de Son Yörükler SARIKEÇİLİLER (Yük. Lis.Tezi). 188 s. Mersin: İçel Valiliği Yayınları-3.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve mersindesonhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.