Yörük Kadınlarının Zamanlar Arası İzleri -Y3-19
Antropolojik Bir Bakışla Yörüklerde Doğum: Ulla Johansen’in Anlattıkları
Genç bir yabancı bayan araştırmacının büyük bir özveriyle Türkiye’ye gelerek 1957 yılında Yörükler arasında kaydettiği bir doğum pratiğini bugünkü yazıma konu seçtim.
Onun bu çalışması (Johansen, 2005), geleneksel bir toplumun biyolojik bir olayı nasıl bir geleneksel törene (ritüel) dönüştürdüğünün çarpıcı bir belgeselidir.
Konuk olduğu Molla Ali’nin çadırında şahit olduğu büyük gelini Ayşa’nın yedinci çocuğunu doğurma anı, antropolojinin "kritik an" dediği o kesitte; bedensel deneyim, toplumsal hiyerarşi ve inancın nasıl iç içe geçtiğini gözler önüne sermektedir. Öyle ki, bu doğum, bir kadının rahminden çıkan canlı olmaktan çok daha fazla, Yörük kültürün bin yıllık kodlarının somutlaşmış halidir, diyebiliriz.
Önce Ulla Johansen’i dinleyelim:
“Yaylaya geldiğimizden üç hafta sonra Molla Ali'nin büyük gelini, yedinci çocuğu olarak bir kız dünyaya getirdi. Ayşa toplam olarak 13 çocuk doğurdu. Erken doğum nedeniyle ölen ilk oğlu hariç, hepsi de sağlıklı büyüdüler. İlk oğluna hamileyken göç sırasında kayınbabası ondan ağır çuvalları kaldırıp devenin yanına getirmesini istemiş. Ayşa da iyi bir gelinden beklendiği gibi, acımasızca verilen bu emri itiraz etmeden yerine getirmiş. Kocası o sırada askerlik görevini yapmakta olduğundan doğal olarak ona destek olamamış. Ayrıca, o zamanlar Ayşa için hâlâ, gelinlere uygulanan o, ‘konuşmama’ kuralı geçerliymiş.”
Johansen’i şahit olduğu ortam:
O gece, ay yaylanın üzerinde doğarken Ayşa, doğum vaktinin geldiğini hissetti. Aslında kaynanasını uyandırması, onun da bütün erkekleri ve büyük çocukları çadırdan dışarı çıkarması gerekirdi. Çünkü doğum esnasında kadınlar çadırın iki direği arasına bir kolan gererler, dizleri üzerinde durarak çocuğu doğurmakta olan görümcelerinin yardımıyla kollarını bu kolana yaslardı.
Ancak, Ayşa'nın çocuk doğurması bu şekilde olamadı. Kaynanası kocasıyla birlikte ayrı bir çadırda yattığından Ayşa, doğum vaktinin geldiğini haber vermeye utandı. Sessizce kalktı, ırbığı (su taşıma kabı) eline aldı ve çadırın yanındaki ormana gitti. En büyük kızı Havana durumu fark etti ve hemen halasını uyandırdı.
Kerziban, ormana gelinceye kadar çocuk doğurmak zorunda kaldı. Çocuğu hemen yerden kaldırdı, bir bez parçasıyla göbeğini bağladı, göbeği kesti ve bebeği yıkadı. Kerziban, plasentayı (eş) özenle toprağa gömüp üzerini ağır taşlarla kapatırken anne de kendi kendine yıkandı. Ayşa, biraz bekleyip kendine geldikten sonra dönüp çadıra girdi, yatağa uzandı. Herkes, sabaha karşı bu büyük aileye yeni bir üyenin katılmış olduğunu yeni doğan bebeğin kendi sesinden öğrenebildi.
Göç sırasında doğum olursa sadece bir gün mola verilirdi- mola verilmediği de olurdu. Çalışma esnasında aniden doğuran kadınlar az değildi. Eğer bir kadın ocak başındayken bir oğlan doğurursa, bu olay onun için çok özel bir övünç kaynağı sayılırdı. Doğumun gerçekleşmesi gün ışıyana kadar sürerse, bilen bir erkek tarafından su dolu bir kabın üzerine yüksek sesle Kuran'dan ayetler okunur, loğusa da rahatlamak için bu okunmuş suyu içerdi. Gündüz çalışma esnasında doğuran kadın utanma duygusu nedeniyle soyunmaz, şalvarın içine düşen çocuğu diğer kadınlar şalvardan çıkarıp alırlardı.
Johansen’in gözlemlerinde dikkat çeken ilk unsur, doğumun mekânsal düzenidir. Ayça’nın son doğurmasında kullanılmasa da sözünü ettiği kolan, doğum yapacak kadınların çadırda iki direk arasına gerilerek (keçi kılından örülen, dayanıklı, uzun ve enlice bağ), geleneksel doğum pozisyonu için bir destek aracı olması yönüyle kadının toplumsal konumunu simgelemektedir. Ayşa’nın (Ayşe) bu desteği kullanamayıp ormana çekilmesi ve orada doğum yapması, görünürde fiziksel bir yalnızlığı değil, gelinlik statüsünün getirdiği psikolojik izolasyonu da yansıtmaktadır. Burada, kaynanasını uyandırmaktaki çekingenlik, "konuşmama kuralı" gibi görünüyor olsa de aslında erkeği askerde olan bir kadının aile hiyerarşisindeki yalnızlık hissinin de bir tezahürüdür.
Ritüellerin katmanlarının, doğum sonrasında daha da belirginleştiği gözlenmektedir. Plasentanın toprağa konup ağır taşlarla gömülmesi, bir hijyen uygulamasından çok, toprakla kurulan antik bir sözleşme sayılabilir. Johansen’in notlarında altı çizilen bu uygulama, taşların ağırlığının, çocuğun toprağa bağlı olacağı inancını somutlaştırırken, aynı zamanda kötü ruhların ve yabanıl hayvanların bu organa ulaşmasını engelleme işlevi de görmektedir. Ayrıca, Kerziban’ın bu işlemi titizlikle yapması, kadın bilgisinin nesiller arası aktarımının da bir örneğini yansıtmaktadır.
Konup-göçmenin oluşturduğu zorunluluklar, doğum pratiklerini şekillendiren bir diğer unsur olmaktadır. Johansen’in kaydettiği gibi, doğum yapan kadınların çalışmaya devam etmesi veya göçün bir günlük molayla sürdürülmesi, biyolojik süreçlerin toplumsal önceliklere nasıl uyarlandığını göstermektedir.
Kadının şalvarının içine doğum yapma imgesi, özellikle çarpıcıdır: Bu, pratik bir çözüm sayılamaz, bu durum olsa olsa kadın bedeninin üretkenliği ile emek gücünün aynı anda işleyişinin metaforik bir ifadesidir.
Öte yandan, dini inançların doğuma yansıması, Kuran ayetlerinin okunduğu su ritüelinde görülüyor. Bu uygulama, İslami motiflerle eski Şamanist inançların sentezi sayılabilir. Suyun kutsanarak içirilmesi, fiziksel rahatlamanın ötesinde, doğumun kutsal bir eyleme dönüşmesini de sağlamaktadır. Johansen’in dikkat çektiği "ocak başında oğlan doğurma"nın övünç kaynağı da Türklerdeki ateş kültü ile erkek çocuk arasında kurulan sembiyotik (duygusal ve psikolojik bağlantılar) ilişkiyi göstermektedir.
Johansen’in notlarında en çarpıcı olan anlardan bir diğeri de doğum anının sessizliğidir. Ayşa’nın inlemelerini bastırmak için dişlerini sıkması, onun bir fiziksel direnci değil, bu bir toplumsal bir performanstır (bu değeri belirleyen nitelikler).
Çünkü, Yörük kadını için doğum, acının değil, dayanıklılığın sahnesidir. Bu durum, aynı zamanda erkeğin yokluğunda "namus"un korunması gereken bir alan olarak da okunabilir. Ancak Johansen, bu suskunluğun ardında yatan gerçeği fark ediyor: Doğuran kadın, kendi bedeninin efendisi değil, kolektif bir ritüelin aktörüdür.
Bir başka husus: Doğum sonrasındaki ilk saatler, kadınlar arasındaki gizli hiyerarşiyi açığa çıkarmaktadır. Kaynana Kerziban, plasentayı gömerken fısıldadığı dualarla adeta torununun kaderini çizmektedir. Bu an, kadınların kuşaklar boyu süren bilgelik savaşının da bir yansımasıdır.
Johansen’in kaydettiği öteki bir detay ise, şu gerçeği perçinliyor: Ayşa’nın alnına serpilen su damlaları ise arınma olmayıp "kocasının soyunun" bedenine işlenişidir.
Çadırın dışında da doğumun diğer aktörleri sessizce beklemektedir...
Erkekler, ateş başında tütün sararken, doğan çocuğun cinsiyeti, onların dünyasındaki yerini belirlemektedir. Bir kız çocuğunun doğumu, kayıtsız bir kabullenmeyle karşılanırken, oğlanın ilk ağlaması, göçebe soyun devamı olarak kutlanabilmektedir. Johansen’in notlarında, bu anın Molla Ali’nin yüzündeki gururla nasıl şekillendiğini okuruz: "Oğul, babanın gölgesinde büyür; ateşin közü gibi sönmez."
Ancak, en etkileyici olan, doğumun ertesi günü yaşananlardır. Ayşa, henüz kanaması durmadan göç hazırlığına katılır. Onun için dinlenmek bir lüks değildir; çadırın direkleri kadar dik durmalıdır. Johansen, bu gelişmeyi gözlemlerken, modern dünyanın "doğum izni" kavramına uzak bu yaşam karşısında şaşkınlığını gizleyemez. Şalvarının paçalarına dolanan toprak, onun için toz olmaktan öte Yörük kadını için toprakla kurulan bu temas, yaşamın ta kendisidir.
Bu notlar, bize bir kültürün asırlardır nefes aldığını göstermektedir. Johansen’in kalemi, Yörüklerin doğum pratiklerini anlatırken, aslında insanlığın en kadim sorusuna cevap veriyor: “Bir toplum, varlığını nasıl sürdürür?” Cevap, Ayşa’nın sırtını dayadığı kolanda, Kerziban’ın gömdüğü plasentada ve Molla Ali’nin sessiz dualarındadır.
Kaynakça
Johansen, U. (2005). 50 Yıl Önce Türkiye'de Yörüklerin Yayla Hayatı. (M. Poyraz, Çev.) Ankara: T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları :3027 Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü Yayınları : 344 Gelenek, Görenek ve İnançlar Dizisi : 32.
*PAZARTESİ-PERŞEMBE BULUŞMALARI-7 Ağustos 2025
Yörük Kadınlarının Zamanlar Arası İzleri -20
YANPAR Yörüklerinde Doğum: Murat YANPAR’ın Yazdıkları