Hilmi Dulkadir
Köşe Yazarı
Hilmi Dulkadir
 

KÜLTÜR YAZILARI... PAZARTESİ-PERŞEMBE BULUŞMALARI |46| 27.10.2025 | Hilmi DULKADİR

Karaman Tarihinden-Ziyaret, Dilek ve Erkek Çocuğu Umudu: İnancın Taşa Sinen Biçimleri- I •        Anadolu’nun hemen her köşesinde olduğu gibi, Karaman ve çevresinde taş, toprak, su ve ağaç; insanın inanç dünyasında canlı bir varlık olarak yaşar. İnsan, dileğini bu doğa unsurlarının kalbine bırakır. Her biri, Tanrı’ya, kutsal olanın gölgesine uzanan bir köprü gibidir. Kadınlar, erkek çocuk sahibi olma dileklerini, sözcüklerin ötesinde taş, bez, mum ve adakla ifade eder. Bu davranışlar, görünmeyenle temas kurma arzusunun somutlaşmış hâlidir.        Birçok kadın için kutsal ziyaret yerleri, ibadet mekânını olmalarının dışında, bir tür kaderle pazarlık alanıdır. Türbeye gidilir; bazen bir oğlan çocuğu, bazen de sağlıklı bir evlat için dilek tutulur.        Kadın, elindeki mumu yakar, türbenin taşına sürer, bazen bir bez bağlar, bazen de bir taşı evine götürür. Bu taş, artık sıradan bir parça değil; dileğin yükünü ve umudun sesini taşır. Evde saklanan taş, yastığın altına konabilir veya suya atılabilir. Her davranış, “ol” sözcüğünün taşlaşmış biçimidir.        Ziyaret yerlerinin halk arasındaki adları, çoğu kez bir olayı, mucizeyi veya hatırayı yaşatır. “Ana Sultan”, “Hoca Dede”, “Kırklar”, “Yedi Kardeşler” gibi adlar, kutsallığı kişiselleştirir. Her biri bir hikâyedir ve hikâyelerin çoğu kadınların dilekleriyle örülür. Erkek çocuk sahibi olamayan kadınlar için bu türbeler, toplumsal beklentinin yükünü hafifleten duraklar olur. Erkek evlat, soyun devamı ve ailenin onuru olarak görülür. Kadın, bu beklentiyle türbeye gelir, taşın önünde diz çöker ve duasını taşın içine bırakır.        Kadının ziyareti hem dini hem toplumsal bir eylemdir. Dua, Tanrı’ya yönelik olduğu gibi, toplumun sessiz baskısına da yöneliktir. Ziyaretin biçimi, kuşaktan kuşağa aktarılan sözsüz bir ritüel olarak tekrarlanır.         Kadın, türbeye giderken özel bir temizlik yapar, bazen yanına un, şeker veya tuz alır. Bu adaklar, paylaşmanın ve dileğin maddi karşılığıdır. Türbeye vardığında önce bir sessizlik olur; sonra eller göğe açılır: “Ol” denilir; “olsun” denilir; “Allah nasip etsin” denilir. Bu sözler, duaların en sade ama en derin biçimidir.        Bazı anlatılarda, kadınların taşın tozunu alıp suya karıştırarak içtikleri, bazen de bu suyla yüzlerini yıkadıkları aktarılır. Bu eylem hem arınmayı hem de kutsalın bedene taşınmasını simgeler. Toz, toprağın özü olarak görülür; su ise hayatın. Bu iki unsur birleştiğinde doğurganlığın bereketine dönüşür. Kadın, içtiği her yudumda hem suyu hem de inancı içine alır. Çünkü inanmak, bazen içilen bir damla su kadar somut bir eylemdir.        Ziyaret, bir bakıma kadınların birbirine temas ettiği, dayanışmanın görünmeyen biçimidir. Türbeye çoğu zaman komşular, akrabalar ve kayınvalideler birlikte gider. Ortak bir dilek, ortak bir umut taşır. Yol boyunca yapılan sohbet, paylaşılmış kaderin dilidir. Kadınlar, birbirlerinin hikâyelerinde kendi yazgılarını bulur. Taşa dokunurken, sadece kendi için değil, oradaki herkes için de dilerler.        Ritüellerin temelinde, inancın toplumsal hafızayla iç içe geçtiği görülür. Kadın, kendi bedeni ile toplum arasındaki gerilimi bu kutsal mekânda çözer. Türbe, böylece bir uzlaşma alanı hâline gelir: hem Tanrı’yla hem toplumla hem umutla hem teslimiyetle. Kadın, orada dua ederken kendi varlığını da onaylar. Çünkü dua, her zaman sözcüklerle olmaz, taşın soğuk yüzüne sürülen avuç içiyle de dua yapılır.        Modernleşmeyle birlikte şehirleşen alanlarda bu ziyaretlerin azaldığı söylenir; ancak izleri hâlâ sürer. Yeni kuşak kadınlar, taşın tozunu taşımıyor olabilir ama anneannelerinin anlattığı hikâyeyi devralmaktadır. Her biri, geçmişteki sessiz duaların yankısını kendi yaşamında taşır. İnancın biçimi değişir; özü kalır. Çünkü inanç, zamanla çözülse de taşın hafızasından silinmez.        Taş, toprak, su, mum ve bez; her biri kültürel hafızanın sessiz tanıklarıdır. Kadın, türbenin önünde ellerini açtığında, yüzyıllardır süregelen bir zincirin halkasına eklenir. O dua, bir çocuğu yönelik olduğu gibi, bir geleneği de doğurmaktadır. Ziyaret, böylece inancın bedene, bedenin topluma ve toplumun zamana karıştığı bir töz hâline gelir. • Not: Bu çalışmada yer alan bazı çözümlemeler, (Gülcan, 1987) kaynakçada belirtilen saha derleme eserinden elde edilen halk anlatıları ve kültürel betimlemelerden hareketle oluşturulmuştur. İlgili içerikler doğrudan alıntı niteliği taşımamakta olup, akademik amaçla yorumlanmış ve yeniden kurgulanmıştır. • PAZARTESİ-PERŞEMBE BULUŞMALARI |48| 30.10.2025 | Onlanma, Yumurta Kabuğu ve Doğumun Arınma Ritüelleri -II | Kaynakça Gülcan, A. D. (1987). Karaman Tarihinden Hikayeler-Gelenekler (I. b.).
Ekleme Tarihi: 27 Ekim 2025 -Pazartesi

KÜLTÜR YAZILARI... PAZARTESİ-PERŞEMBE BULUŞMALARI |46| 27.10.2025 | Hilmi DULKADİR


Karaman Tarihinden-Ziyaret, Dilek ve Erkek Çocuğu Umudu: İnancın Taşa Sinen Biçimleri- I

       Anadolu’nun hemen her köşesinde olduğu gibi, Karaman ve çevresinde taş, toprak, su ve ağaç; insanın inanç dünyasında canlı bir varlık olarak yaşar. İnsan, dileğini bu doğa unsurlarının kalbine bırakır. Her biri, Tanrı’ya, kutsal olanın gölgesine uzanan bir köprü gibidir. Kadınlar, erkek çocuk sahibi olma dileklerini, sözcüklerin ötesinde taş, bez, mum ve adakla ifade eder. Bu davranışlar, görünmeyenle temas kurma arzusunun somutlaşmış hâlidir.
       Birçok kadın için kutsal ziyaret yerleri, ibadet mekânını olmalarının dışında, bir tür kaderle pazarlık alanıdır. Türbeye gidilir; bazen bir oğlan çocuğu, bazen de sağlıklı bir evlat için dilek tutulur.
       Kadın, elindeki mumu yakar, türbenin taşına sürer, bazen bir bez bağlar, bazen de bir taşı evine götürür. Bu taş, artık sıradan bir parça değil; dileğin yükünü ve umudun sesini taşır. Evde saklanan taş, yastığın altına konabilir veya suya atılabilir. Her davranış, “ol” sözcüğünün taşlaşmış biçimidir.
       Ziyaret yerlerinin halk arasındaki adları, çoğu kez bir olayı, mucizeyi veya hatırayı yaşatır. “Ana Sultan”, “Hoca Dede”, “Kırklar”, “Yedi Kardeşler” gibi adlar, kutsallığı kişiselleştirir. Her biri bir hikâyedir ve hikâyelerin çoğu kadınların dilekleriyle örülür. Erkek çocuk sahibi olamayan kadınlar için bu türbeler, toplumsal beklentinin yükünü hafifleten duraklar olur. Erkek evlat, soyun devamı ve ailenin onuru olarak görülür. Kadın, bu beklentiyle türbeye gelir, taşın önünde diz çöker ve duasını taşın içine bırakır.
       Kadının ziyareti hem dini hem toplumsal bir eylemdir. Dua, Tanrı’ya yönelik olduğu gibi, toplumun sessiz baskısına da yöneliktir. Ziyaretin biçimi, kuşaktan kuşağa aktarılan sözsüz bir ritüel olarak tekrarlanır. 
       Kadın, türbeye giderken özel bir temizlik yapar, bazen yanına un, şeker veya tuz alır. Bu adaklar, paylaşmanın ve dileğin maddi karşılığıdır. Türbeye vardığında önce bir sessizlik olur; sonra eller göğe açılır: “Ol” denilir; “olsun” denilir; “Allah nasip etsin” denilir. Bu sözler, duaların en sade ama en derin biçimidir.
       Bazı anlatılarda, kadınların taşın tozunu alıp suya karıştırarak içtikleri, bazen de bu suyla yüzlerini yıkadıkları aktarılır. Bu eylem hem arınmayı hem de kutsalın bedene taşınmasını simgeler. Toz, toprağın özü olarak görülür; su ise hayatın. Bu iki unsur birleştiğinde doğurganlığın bereketine dönüşür. Kadın, içtiği her yudumda hem suyu hem de inancı içine alır. Çünkü inanmak, bazen içilen bir damla su kadar somut bir eylemdir.
       Ziyaret, bir bakıma kadınların birbirine temas ettiği, dayanışmanın görünmeyen biçimidir. Türbeye çoğu zaman komşular, akrabalar ve kayınvalideler birlikte gider. Ortak bir dilek, ortak bir umut taşır. Yol boyunca yapılan sohbet, paylaşılmış kaderin dilidir. Kadınlar, birbirlerinin hikâyelerinde kendi yazgılarını bulur. Taşa dokunurken, sadece kendi için değil, oradaki herkes için de dilerler.
       Ritüellerin temelinde, inancın toplumsal hafızayla iç içe geçtiği görülür. Kadın, kendi bedeni ile toplum arasındaki gerilimi bu kutsal mekânda çözer. Türbe, böylece bir uzlaşma alanı hâline gelir: hem Tanrı’yla hem toplumla hem umutla hem teslimiyetle. Kadın, orada dua ederken kendi varlığını da onaylar. Çünkü dua, her zaman sözcüklerle olmaz, taşın soğuk yüzüne sürülen avuç içiyle de dua yapılır.
       Modernleşmeyle birlikte şehirleşen alanlarda bu ziyaretlerin azaldığı söylenir; ancak izleri hâlâ sürer. Yeni kuşak kadınlar, taşın tozunu taşımıyor olabilir ama anneannelerinin anlattığı hikâyeyi devralmaktadır. Her biri, geçmişteki sessiz duaların yankısını kendi yaşamında taşır. İnancın biçimi değişir; özü kalır. Çünkü inanç, zamanla çözülse de taşın hafızasından silinmez.
       Taş, toprak, su, mum ve bez; her biri kültürel hafızanın sessiz tanıklarıdır. Kadın, türbenin önünde ellerini açtığında, yüzyıllardır süregelen bir zincirin halkasına eklenir. O dua, bir çocuğu yönelik olduğu gibi, bir geleneği de doğurmaktadır. Ziyaret, böylece inancın bedene, bedenin topluma ve toplumun zamana karıştığı bir töz hâline gelir.

Not: Bu çalışmada yer alan bazı çözümlemeler, (Gülcan, 1987) kaynakçada belirtilen saha derleme eserinden elde edilen halk anlatıları ve kültürel betimlemelerden hareketle oluşturulmuştur. İlgili içerikler doğrudan alıntı niteliği taşımamakta olup, akademik amaçla yorumlanmış ve yeniden kurgulanmıştır.

PAZARTESİ-PERŞEMBE BULUŞMALARI |48| 30.10.2025 | Onlanma, Yumurta Kabuğu ve Doğumun Arınma Ritüelleri -II |
Kaynakça
Gülcan, A. D. (1987). Karaman Tarihinden Hikayeler-Gelenekler (I. b.).

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve mersindesonhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.