SİTESOL1
SİTESAĞ1
Hilmi Dulkadir
Köşe Yazarı
Hilmi Dulkadir
 

KÜLTÜR YAZILARI... 23 Haziran 2025/ PAZARTESİ-PERŞEMBE BULUŞMALARI- YÖRÜK KADINLARININ ZAMANLAR ARASI İZLERİ-Y1-9/1- Bu Kez Yörük Beyi Konuşuyor: “Köklerin Rüzgârı ve Göçün İzi-I”

  (Bu yazı, paragraf başı girintisi ve satır arası boşluk olmadan, kesintisiz akan metin olarak düzenlenmiştir). * Güneşin en etkili hali, ben Behçet Dudaklı’nın yüzünü ilk acıttığında, Mersin- Torosların Hangediği yaylasındaydım. Okul yüzü görmedim ben. Harflerle tanışmam on beş, yirmi yaşlarıma denk düştü. Alfabeyi kendi çabamla söktüm. Askerde bile, harf bilmeyenlere ben öğrettim. Çocuklarımın hepsinin okuması için didindim. Bizim çocukluğumuzda saygı, nefes almak gibiydi. Misafir geldi mi, çadırın bir köşesine çekilir, sesimizi çıkarmazdık. Büyüklerin sözü, yazılmamış kanundu. Sene 1931. Şimdi o güneş yanığı yüzüm 94 yılın izini taşıyor. Babam Hasan Hoca, Karaman Medresesi’nden mürekkep yalamıştı. Annem Fatma, Alanya’dan gelmiş, bu sülalenin ilk geliniydi. Ninem Ayşe’nin adı, hikayemizin başlangıcına karışmış. Asıl kökler, dedem Mehmet Dudaklı’ya uzanır. Genç bir adamken, yeni evli, yoksulluğun ağır yükünü sırtına alıp Mersin civarına taşımış. Fakirlik, Partal Hasan’dan (onun babası) Koçalak Osman’a, oradan Emir Osman’a ve Kör Memili’ye kadar sürüp gelmiş bir mirastı. Dedem, yoksulluktan kaçarken Mersin yöresinde tutundu. Bir ağanın yanında iş buldu. Dağ başında koyun güderken koyunların meleyişine karışırdı elindeki kirmenin hızlı dönüşünün sesi. Kırkılan yünler, yıkanır, kurutulur, sonra onun maharetli ellerinde kirmenle incecik iplere dönüşürdü. “Mecidiye” denen o gümüş paralar karşılığında eğirdiği ipleri satardı, hem de herkesten ucuza. Bir okka yün, bir iki Mecidiye… O zaman için büyük paraydı. Kazandığı her kuruşu ağaya verir, ağa da ona bir kuzu, bazen damızlık bir koyun verirdi. İşte o kirmenin dönüşü, o ipler, Dudaklıların bu topraklardaki sürüsünün, varlığının temelini attı. Koyun güderken eğrilen ipler, bir ailenin kaderini ördü. Dedem, ilk yerleştiği yere, ilk cuma namazı kılındı diye “Cumalık” adını verdirmiş, ilk cami de orada yükselmiş. Bizim köklerimiz, işte o Torosların Cumalık’ın toprağına, o koyun sürüsünün ayak izlerine karışmıştır. Ben de o köklerden filizlenip, Aslanköy’üne göçerken patikalardan yürüdüm, Hangediği’nde soluk aldım ilk kez. Hayatımızın ritmi hep göçle çalındı. Yazın serin rüzgarlarına doğru, Kıble’ye bakan Mersin’in yamaçlarına, Höyük Alanı’na, Bolkar Dağları’nın yaylalarına (“yaylak”) tırmanırdık. Kışın keskin soğuğu başlamadan, “kışlak” dediğimiz sıcak ovalara inerdik. Kervanımızda hep vardı: Yük çeken develer, sırtında heybeleriyle eşekler ve can yoldaşımız, geçim kaynağımız koyun sürüsü. Evimiz kıl çadırdı; rüzgârın uğultusu, yağmurun tıkırtısı çadır bezine vururken uyurduk. Sekiz yaşımda, çadırın girişinde duran büyüklerimin yüzünde şaşkınlık ve sessizlik gördüm: “Atatürk öldü” dediler. Bu acı haber, çadırımıza gözyaşlarıyla ulaşmıştı. Mersin’in kara günlerinde, düşman işgali altında kıvranan vatanın umudu olarak gösterilen yer burasıydı: “Arkadaşlar gidip Toros dağlarına bakınız,” demiş Gazi Mustafa Kemal Atatürk, “eğer orada tek bir Yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa şunu iyi biliniz ki bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet bizi yenemez.” İşte o çadırlardan birinde, o dumanın altında büyümüştüm ben. Ve 10 Kasım sabahı, o dumanın söndüğü çadırın önünde duranların yüreğine, Gazi’nin kurtuluşa olan sarsılmaz inancını besleyen bu toprakların evlatları olarak, milletin kaderini değiştiren “o sözün” ağırlığıyla derin bir sessizlik çökmüştü. Ölümü bile, onlara bıraktığı o kutsal emanetin hüznüyle karşıladık… * 26 Haziran 2025/ PAZARTESİ-PERŞEMBE BULUŞMALARI- YÖRÜK KADINLARININ ZAMANLAR ARASI İZLERİ-Y1-9/2- Yörük Beyi Konuşmayı Sürdürüyor: “Köklerin Rüzgârı ve Göçün İzi-II”
Ekleme Tarihi: 24 June 2025 - Tuesday

KÜLTÜR YAZILARI... 23 Haziran 2025/ PAZARTESİ-PERŞEMBE BULUŞMALARI- YÖRÜK KADINLARININ ZAMANLAR ARASI İZLERİ-Y1-9/1- Bu Kez Yörük Beyi Konuşuyor: “Köklerin Rüzgârı ve Göçün İzi-I”

 

(Bu yazı, paragraf başı girintisi ve satır arası boşluk olmadan, kesintisiz akan metin olarak düzenlenmiştir).

*

Güneşin en etkili hali, ben Behçet Dudaklı’nın yüzünü ilk acıttığında, Mersin- Torosların Hangediği yaylasındaydım. Okul yüzü görmedim ben. Harflerle tanışmam on beş, yirmi yaşlarıma denk düştü. Alfabeyi kendi çabamla söktüm. Askerde bile, harf bilmeyenlere ben öğrettim. Çocuklarımın hepsinin okuması için didindim. Bizim çocukluğumuzda saygı, nefes almak gibiydi. Misafir geldi mi, çadırın bir köşesine çekilir, sesimizi çıkarmazdık. Büyüklerin sözü, yazılmamış kanundu. Sene 1931. Şimdi o güneş yanığı yüzüm 94 yılın izini taşıyor. Babam Hasan Hoca, Karaman Medresesi’nden mürekkep yalamıştı. Annem Fatma, Alanya’dan gelmiş, bu sülalenin ilk geliniydi. Ninem Ayşe’nin adı, hikayemizin başlangıcına karışmış. Asıl kökler, dedem Mehmet Dudaklı’ya uzanır. Genç bir adamken, yeni evli, yoksulluğun ağır yükünü sırtına alıp Mersin civarına taşımış. Fakirlik, Partal Hasan’dan (onun babası) Koçalak Osman’a, oradan Emir Osman’a ve Kör Memili’ye kadar sürüp gelmiş bir mirastı. Dedem, yoksulluktan kaçarken Mersin yöresinde tutundu. Bir ağanın yanında iş buldu. Dağ başında koyun güderken koyunların meleyişine karışırdı elindeki kirmenin hızlı dönüşünün sesi. Kırkılan yünler, yıkanır, kurutulur, sonra onun maharetli ellerinde kirmenle incecik iplere dönüşürdü. “Mecidiye” denen o gümüş paralar karşılığında eğirdiği ipleri satardı, hem de herkesten ucuza. Bir okka yün, bir iki Mecidiye… O zaman için büyük paraydı. Kazandığı her kuruşu ağaya verir, ağa da ona bir kuzu, bazen damızlık bir koyun verirdi. İşte o kirmenin dönüşü, o ipler, Dudaklıların bu topraklardaki sürüsünün, varlığının temelini attı. Koyun güderken eğrilen ipler, bir ailenin kaderini ördü. Dedem, ilk yerleştiği yere, ilk cuma namazı kılındı diye “Cumalık” adını verdirmiş, ilk cami de orada yükselmiş. Bizim köklerimiz, işte o Torosların Cumalık’ın toprağına, o koyun sürüsünün ayak izlerine karışmıştır. Ben de o köklerden filizlenip, Aslanköy’üne göçerken patikalardan yürüdüm, Hangediği’nde soluk aldım ilk kez. Hayatımızın ritmi hep göçle çalındı. Yazın serin rüzgarlarına doğru, Kıble’ye bakan Mersin’in yamaçlarına, Höyük Alanı’na, Bolkar Dağları’nın yaylalarına (“yaylak”) tırmanırdık. Kışın keskin soğuğu başlamadan, “kışlak” dediğimiz sıcak ovalara inerdik. Kervanımızda hep vardı: Yük çeken develer, sırtında heybeleriyle eşekler ve can yoldaşımız, geçim kaynağımız koyun sürüsü. Evimiz kıl çadırdı; rüzgârın uğultusu, yağmurun tıkırtısı çadır bezine vururken uyurduk. Sekiz yaşımda, çadırın girişinde duran büyüklerimin yüzünde şaşkınlık ve sessizlik gördüm: “Atatürk öldü” dediler. Bu acı haber, çadırımıza gözyaşlarıyla ulaşmıştı. Mersin’in kara günlerinde, düşman işgali altında kıvranan vatanın umudu olarak gösterilen yer burasıydı: “Arkadaşlar gidip Toros dağlarına bakınız,” demiş Gazi Mustafa Kemal Atatürk, “eğer orada tek bir Yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa şunu iyi biliniz ki bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet bizi yenemez.” İşte o çadırlardan birinde, o dumanın altında büyümüştüm ben. Ve 10 Kasım sabahı, o dumanın söndüğü çadırın önünde duranların yüreğine, Gazi’nin kurtuluşa olan sarsılmaz inancını besleyen bu toprakların evlatları olarak, milletin kaderini değiştiren “o sözün” ağırlığıyla derin bir sessizlik çökmüştü. Ölümü bile, onlara bıraktığı o kutsal emanetin hüznüyle karşıladık…

*

26 Haziran 2025/ PAZARTESİ-PERŞEMBE BULUŞMALARI- YÖRÜK KADINLARININ ZAMANLAR ARASI İZLERİ-Y1-9/2- Yörük Beyi Konuşmayı Sürdürüyor: “Köklerin Rüzgârı ve Göçün İzi-II”

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve mersindesonhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.