SİTESOL1
SİTESAĞ1
Hilmi Dulkadir
Köşe Yazarı
Hilmi Dulkadir
 

KÜLTÜR YAZILARI... PAZARTESİ-PERŞEMBE BULUŞMALARI- 17: Hilmi DULKADİR, 14 Temmuz 2025

YÖRÜK KADINLARININ ZAMANLAR ARASI İZLERİ -Y1-13. YÖRÜK HAFIZASI, III. Kapıda Asılı Dilek: Hatırlayalım: Seksen yaşındaki Yörük anne anlatmıştı: "Yörük gelini çadırının eşiğine (girişine) bir ip gererlerdi. İpin üstüne bal sürülmüş yaprak yapıştırılır, önüne de “ırbık” irbik konurdu. Düğün coşkusu dinip de ballı yaprak kapıdan çıkarıldığında, Yörük gelini çadıra girerken o ipi kırar, ibriğe dokunur, içindeki suyu akıtırdı" Peki, bu ipten çıkan sessiz dil neyi fısıldıyor olabilir?  Cevaplayalım: Yörük gelini çadıra girerken: - İp gerildi / görünmez bir sınıra… - Bal sürüldü / ölümsüzlüğe çağrı… (balın ölümsüzlükle ilişkisini ayrıca anlatacağım). - İbrik kondu /geçmişlerinin ruhuna ikram. Sonra o an geldi:  - Gelin ipi kırdı / sınırı geçmek için. - İbriği devirdi / suyun aydınlığını dilemek için. - Ballı yaprak uçtu /duayı göğe salmak için. Aynı eşikte:  - İp germek / sınırı hatırlatmak için. - İp kırmak / sınırsızlığa adım için. Sizce bu bir çelişki mi? Değil, kadim diyalektiğin ta kendisi. Çünkü: "Her sınır, aşılması için vardır." O ip: Ataların duası (dün)- /Düğünün neşesi (bugün) /Doğacak çocukların nefesi (yarın)... Hepsi tek ipte! Yörük gelin, o ipi kırdığında: - Dua kabul oldu!" dendi / somut dünyada. Esasen bu ritüel; ölümle yaşamı, sınırla özgürlüğü, insanla kutsalı aynı eşikte buluşturan bir diyalektik idi (diyalektik: Karşıtlıkları kullanarak gerçekleştirilen akıl yürütme biçimi). Sizce, Yörük gelini o ipi kırarak: "Artık ben hem bekçiyim hem yolcu!" mu demek istemişti? "Siz hiçbir duanın, fizik dünyada vücut bulduğu âna şahit oldunuz mu?" Olmadıysanız eğer, sizleri o çadırın önünde yapılacak duanın şahitliğine davet ediyorum!.. Bu dua, göçün bozkırına savrulan evlilik hadisesinin taşıdığı derin arzuların üç katlı sesidir. Kökeni Türklerin "eşik kültü"ne uzanan bir yakarıştır… Eşikte: Yörük Ritüeli (dinî tören) Bu ritüel; ölümle yaşamı, sınırla özgürlüğü, insanla kutsalı aynı eşikte buluşturan derin bir diyalektiğin tezahürüdür (“Diyalektik”, burada karşıtlıkların geriliminden doğan yeni bir varoluş bilincine işarettir). Peki, Yörük gelini o ipi kırarak tam olarak neyi ilan ediyordu? "Artık ben hem bekçiyim hem yolcu!" sözü, onun eşikte konumlanışının bir manifestosuydu.  “Bekçi”, evin, geleneğin, sabitliğin ve korumanın simgesi; “yolcu” göçün, hareketin, özgürlüğün ve değişimin ruhudur (Duymaz, 2019). Eşik, Türk kültür ve inanç kodlarında basit bir mimari unsur olarak algılanmasın, Mircea Eliade'ın vurguladığı gibi, “eşik "aynı anda hem iki dünyayı (kutsal-dindışı) birbirinden ayıran sınırdır ve hem de bu iki dünyanın ilişkide bulundukları, geçişin gerçekleştiği paradoksal (kendi içinde çelişkili) yerdir" (Eliade, 1991, akt. Duymaz, 2019, s. 6). Ev ve Koruma Boyutu: Ziya Gökalp'e göre, Türkçe’deki "eşik" kelimesi "eşli" (eş sahibi) anlamına gelir ve evin kutsiyetiyle ilişkilidir. Her evin bir “perisi” (koruyucu ruhu) olduğuna inanılır; bu peri, özellikle evin kadını tarafından temizlik, düzen ve israftan kaçınma gibi sorumluluklarla gücendirilmemelidir (Gökalp, 2017, akt. Duymaz, 2019, s. 3). Gelinin "bekçi" oluşu, bu ev perisinin rolünü ve evin sürekliliğini üstlenişini simgelemektedir. Dedem Korkut Kitabı'nda "işik" (eşik), kapı, saray, devlet kapısı gibi anlamlara gelir ve "eşiği alıp oturmak" deyimi, mekânı sahiplenmeyi ve korumayı ifade eder (Gökyay, 1973, akt. Duymaz, 2019, s. 3). Bahaeddin Ögel'in aktardığına göre, Kuzey Türk destanlarında altın ve gömüler eşikte saklanır, ev için "eşiği kırılmasın" diye dua edilir. Hatta Cengiz Han, eşiğe oturmanın eve sahip çıkma anlamı taşıdığı için bu eylemi yasaklamıştır (Ögel, 1995, akt. Duymaz, 2019, s. 4). Gelinin eşikteki duruşu, bu sahiplenici ve iktidar sembolizmini de içerir. Ögel'in vurguladığı "eşiği aşmak" tabiri ise mahremiyetin ihlaline işaret eder - bu da gelinin bekçi rolünün önemini pekiştirir. Altay Türkleri, Moğollar ve Bektaşi geleneğinde, mekân içinde (otağ veya kubbeli oda) dizilirken eşik ve ocağın yönü dikkate alınır (Esin, 1978, akt. Duymaz, 2019, s. 5). Bu, eşiğin kozmik düzenin bir parçası ve geçiş ritüellerinin (doğum, evlilik, ölüm) merkezi olduğunu gösterir. Evlilik, böylesine önemli bir geçiş anıdır ve eşik bu anın giriş kapısıdır. İslâmî ve özellikle tasavvufî gelenekte eşik (dergâh, âsitâne), şeyhin kapısı, himmetin arandığı yer, kutsal ile bağın kurulduğu mekândır (Cebecioğlu, 2009, akt. Duymaz, 2019). Hz. İbrahim kıssasındaki "eşiğini değiştir" (ilk eş için) ve "eşiğine sahip çık" (ikinci eş için) mesajları (s. 9), eşiğin aile ocağının/mutluluğunun ve kadının buradaki merkezi rolünün metaforu olarak karşımıza çıkar. Gelinin eşikteki konumu, bu ruhani ve ailevi sorumluluğun başlangıcıdır. “Hem Bekçi Hem Yolcu": Bu ifadenin muazzam anlam yükü, Yörük gelinin omuzlarında taşınan eşikte duruyor. İpi kırarak hem bekâretini hem geçmişteki kimliğini sembolik olarak "koparıyor". “Bekçi” olarak; artık evin perisinin sorumluluğunu (Gökalp), evin sırrını ve güvenliğini (Ögel), ailenin devamlılığını ve mahremiyetini koruma görevini üstleniyor. “Yolcu” olarak; göç yolunun belirsizliklerini, hareketin özgürlüğünü, yeni ufuklara kanat açan bir yaşamın dinamizmini içselleştiriyor. Bu çifte vasıf, onu durağanlıkla hareket, korumayla özgürlük, geleneğe bağlılıkla geleceğe yönelme arasındaki gerilimli merkez yerleştiriyor. Duanın Vücut Buluşu: Hani sormuştuk; "Siz hiçbir duanın, fizik dünyada vücut bulduğu âna şahit oldunuz mu?" İşte o an, tam da bu eşikte, çadırın önünde gerçekleşiyor. Bu dua, sözlerden ibaret olmayıp; gelinin ipi kırması, çadırın içine adım atmasıyla, "Hem bekçiyim hem yolcu!" ifadesiyle cisimleşmiş oluyor. Buradaki, göçün doğasında savrulan bu evlilik ritüeli, taşıdığı derin arzuları üç katmanlı bir sesle haykırıyor: Birincisi, “Köklerin sesi”: Türklerin kadim "eşik kültü"nden beslenen, Gökalp'in ev perisine, Dede Korkut'un eşiği sahiplenmesine, Ögel'in saklı hazinelerine, Eliade'ın kutsal geçişine uzanan binlerce yıllık inanç ve geleneğin yankısıdır. İkincisi, “yörük gelininin kişisel arzularının sesi”: Gelinin bireysel kimlik dönüşümünün, koruma ve serbestlik arzusunun, yeni bir hayata dair umut ve beklentilerinin somut ifadesidir. Üçüncüsü, “yolculuğun-onu bekleyen kaderin sesi”: Konar-göçer yaşamın gerektirdiği hareketliliğin, belirsizliklerle dolu yolun- beklentinin-kaderin- yaşam mücadelesinin kabulünün sesidir. Bu üç katmanlı ses, eşiğin kutsal mekânında kaynaşır ve fizik dünyada bir ritüel eylemiyle (ipin kırılışı) vücut bulur. Âşık Veysel'in dediği gibi, ağaçtan yapılan eşik, ormanın bir hediyesidir ve hayatın her evresine (beşikten tabuta) tanıklık eder (Âşık Veysel, 1970, akt. Duymaz, 2019, s. 10). İşte bu tanıklığın en çarpıcı anlarından biri, bir Yörük gelininin eşikte haykırdığı "Artık ben hem bekçiyim hem yolcu!" sözlerinde ve onu takip eden duada billurlaşmaktadır. --- Kaynakça: Duymaz, A. (2019). Eşik kültü ve Taptuk’un eşiğindeki Yunus Emre. “Akademik Kaynak”, 5(10-11), 1-19. Eliade, M. (1991). “Kutsal ve Dindışı” (Çev. M. Ali Kılıçbay). Ankara: Gece Yayınları.  Gökalp, Z. (2017). “Türk Medeniyeti Tarihi”. İstanbul: Ötüken Neşriyat. Gökyay, O. Ş. (1973). “Dede Korkut Hikâyeleri”. İstanbul: Millî Eğitim Basımevi. Ögel, B. (1995). “Türk Mitolojisi (Kaynakları ve Açıklamaları ile Destanlar)”. Cilt I. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi. Esin, E. (1978). “İslamiyet’ten Önceki Türk Kültür Târihi ve İslâma Giriş”. İstanbul: Edebiyat Fakültesi Matbaası. Cebecioğlu, E. (2009). “Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü”. Ankara: Ağaç Yayıncılık.  Âşık Veysel (1970). “Dostlar Beni Hatırlasın”. Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. 17 Temmuz 2025/ PAZARTESİ-PERŞEMBE BULUŞMALARI- YÖRÜK KADINLARININ ZAMANLAR ARASI İZLERİ -Y1-14 “El Benim Elim Değil Fatıma Anamızın Eli”
Ekleme Tarihi: 14 July 2025 - Monday

KÜLTÜR YAZILARI... PAZARTESİ-PERŞEMBE BULUŞMALARI- 17: Hilmi DULKADİR, 14 Temmuz 2025

YÖRÜK KADINLARININ ZAMANLAR ARASI İZLERİ -Y1-13. YÖRÜK HAFIZASI, III.
Kapıda Asılı Dilek:
Hatırlayalım: Seksen yaşındaki Yörük anne anlatmıştı: "Yörük gelini çadırının eşiğine (girişine) bir ip gererlerdi. İpin üstüne bal sürülmüş yaprak yapıştırılır, önüne de “ırbık” irbik konurdu. Düğün coşkusu dinip de ballı yaprak kapıdan çıkarıldığında, Yörük gelini çadıra girerken o ipi kırar, ibriğe dokunur, içindeki suyu akıtırdı"
Peki, bu ipten çıkan sessiz dil neyi fısıldıyor olabilir? 
Cevaplayalım: Yörük gelini çadıra girerken:
- İp gerildi / görünmez bir sınıra…
- Bal sürüldü / ölümsüzlüğe çağrı… (balın ölümsüzlükle ilişkisini ayrıca anlatacağım).
- İbrik kondu /geçmişlerinin ruhuna ikram.
Sonra o an geldi: 
- Gelin ipi kırdı / sınırı geçmek için.
- İbriği devirdi / suyun aydınlığını dilemek için.
- Ballı yaprak uçtu /duayı göğe salmak için.
Aynı eşikte: 
- İp germek / sınırı hatırlatmak için.
- İp kırmak / sınırsızlığa adım için.
Sizce bu bir çelişki mi? Değil, kadim diyalektiğin ta kendisi. Çünkü: "Her sınır, aşılması için vardır."
O ip: Ataların duası (dün)- /Düğünün neşesi (bugün) /Doğacak çocukların nefesi (yarın)...
Hepsi tek ipte! Yörük gelin, o ipi kırdığında:
- Dua kabul oldu!" dendi / somut dünyada.
Esasen bu ritüel; ölümle yaşamı, sınırla özgürlüğü, insanla kutsalı aynı eşikte buluşturan bir diyalektik idi (diyalektik: Karşıtlıkları kullanarak gerçekleştirilen akıl yürütme biçimi).
Sizce, Yörük gelini o ipi kırarak: "Artık ben hem bekçiyim hem yolcu!" mu demek istemişti?
"Siz hiçbir duanın, fizik dünyada vücut bulduğu âna şahit oldunuz mu?"
Olmadıysanız eğer, sizleri o çadırın önünde yapılacak duanın şahitliğine davet ediyorum!..
Bu dua, göçün bozkırına savrulan evlilik hadisesinin taşıdığı derin arzuların üç katlı sesidir. Kökeni Türklerin "eşik kültü"ne uzanan bir yakarıştır…
Eşikte: Yörük Ritüeli (dinî tören)
Bu ritüel; ölümle yaşamı, sınırla özgürlüğü, insanla kutsalı aynı eşikte buluşturan derin bir diyalektiğin tezahürüdür (“Diyalektik”, burada karşıtlıkların geriliminden doğan yeni bir varoluş bilincine işarettir). Peki, Yörük gelini o ipi kırarak tam olarak neyi ilan ediyordu? "Artık ben hem bekçiyim hem yolcu!" sözü, onun eşikte konumlanışının bir manifestosuydu. 
“Bekçi”, evin, geleneğin, sabitliğin ve korumanın simgesi; “yolcu” göçün, hareketin, özgürlüğün ve değişimin ruhudur (Duymaz, 2019). Eşik, Türk kültür ve inanç kodlarında basit bir mimari unsur olarak algılanmasın, Mircea Eliade'ın vurguladığı gibi, “eşik "aynı anda hem iki dünyayı (kutsal-dindışı) birbirinden ayıran sınırdır ve hem de bu iki dünyanın ilişkide bulundukları, geçişin gerçekleştiği paradoksal (kendi içinde çelişkili) yerdir" (Eliade, 1991, akt. Duymaz, 2019, s. 6).
Ev ve Koruma Boyutu: Ziya Gökalp'e göre, Türkçe’deki "eşik" kelimesi "eşli" (eş sahibi) anlamına gelir ve evin kutsiyetiyle ilişkilidir. Her evin bir “perisi” (koruyucu ruhu) olduğuna inanılır; bu peri, özellikle evin kadını tarafından temizlik, düzen ve israftan kaçınma gibi sorumluluklarla gücendirilmemelidir (Gökalp, 2017, akt. Duymaz, 2019, s. 3). Gelinin "bekçi" oluşu, bu ev perisinin rolünü ve evin sürekliliğini üstlenişini simgelemektedir.
Dedem Korkut Kitabı'nda "işik" (eşik), kapı, saray, devlet kapısı gibi anlamlara gelir ve "eşiği alıp oturmak" deyimi, mekânı sahiplenmeyi ve korumayı ifade eder (Gökyay, 1973, akt. Duymaz, 2019, s. 3). Bahaeddin Ögel'in aktardığına göre, Kuzey Türk destanlarında altın ve gömüler eşikte saklanır, ev için "eşiği kırılmasın" diye dua edilir. Hatta Cengiz Han, eşiğe oturmanın eve sahip çıkma anlamı taşıdığı için bu eylemi yasaklamıştır (Ögel, 1995, akt. Duymaz, 2019, s. 4). Gelinin eşikteki duruşu, bu sahiplenici ve iktidar sembolizmini de içerir. Ögel'in vurguladığı "eşiği aşmak" tabiri ise mahremiyetin ihlaline işaret eder - bu da gelinin bekçi rolünün önemini pekiştirir.
Altay Türkleri, Moğollar ve Bektaşi geleneğinde, mekân içinde (otağ veya kubbeli oda) dizilirken eşik ve ocağın yönü dikkate alınır (Esin, 1978, akt. Duymaz, 2019, s. 5). Bu, eşiğin kozmik düzenin bir parçası ve geçiş ritüellerinin (doğum, evlilik, ölüm) merkezi olduğunu gösterir. Evlilik, böylesine önemli bir geçiş anıdır ve eşik bu anın giriş kapısıdır.
İslâmî ve özellikle tasavvufî gelenekte eşik (dergâh, âsitâne), şeyhin kapısı, himmetin arandığı yer, kutsal ile bağın kurulduğu mekândır (Cebecioğlu, 2009, akt. Duymaz, 2019). Hz. İbrahim kıssasındaki "eşiğini değiştir" (ilk eş için) ve "eşiğine sahip çık" (ikinci eş için) mesajları (s. 9), eşiğin aile ocağının/mutluluğunun ve kadının buradaki merkezi rolünün metaforu olarak karşımıza çıkar. Gelinin eşikteki konumu, bu ruhani ve ailevi sorumluluğun başlangıcıdır.
“Hem Bekçi Hem Yolcu": Bu ifadenin muazzam anlam yükü, Yörük gelinin omuzlarında taşınan eşikte duruyor. İpi kırarak hem bekâretini hem geçmişteki kimliğini sembolik olarak "koparıyor". “Bekçi” olarak; artık evin perisinin sorumluluğunu (Gökalp), evin sırrını ve güvenliğini (Ögel), ailenin devamlılığını ve mahremiyetini koruma görevini üstleniyor. “Yolcu” olarak; göç yolunun belirsizliklerini, hareketin özgürlüğünü, yeni ufuklara kanat açan bir yaşamın dinamizmini içselleştiriyor. Bu çifte vasıf, onu durağanlıkla hareket, korumayla özgürlük, geleneğe bağlılıkla geleceğe yönelme arasındaki gerilimli merkez yerleştiriyor.
Duanın Vücut Buluşu: Hani sormuştuk; "Siz hiçbir duanın, fizik dünyada vücut bulduğu âna şahit oldunuz mu?" İşte o an, tam da bu eşikte, çadırın önünde gerçekleşiyor. Bu dua, sözlerden ibaret olmayıp; gelinin ipi kırması, çadırın içine adım atmasıyla, "Hem bekçiyim hem yolcu!" ifadesiyle cisimleşmiş oluyor. Buradaki, göçün doğasında savrulan bu evlilik ritüeli, taşıdığı derin arzuları üç katmanlı bir sesle haykırıyor:
Birincisi, “Köklerin sesi”: Türklerin kadim "eşik kültü"nden beslenen, Gökalp'in ev perisine, Dede Korkut'un eşiği sahiplenmesine, Ögel'in saklı hazinelerine, Eliade'ın kutsal geçişine uzanan binlerce yıllık inanç ve geleneğin yankısıdır.
İkincisi, “yörük gelininin kişisel arzularının sesi”: Gelinin bireysel kimlik dönüşümünün, koruma ve serbestlik arzusunun, yeni bir hayata dair umut ve beklentilerinin somut ifadesidir.
Üçüncüsü, “yolculuğun-onu bekleyen kaderin sesi”: Konar-göçer yaşamın gerektirdiği hareketliliğin, belirsizliklerle dolu yolun- beklentinin-kaderin- yaşam mücadelesinin kabulünün sesidir.
Bu üç katmanlı ses, eşiğin kutsal mekânında kaynaşır ve fizik dünyada bir ritüel eylemiyle (ipin kırılışı) vücut bulur. Âşık Veysel'in dediği gibi, ağaçtan yapılan eşik, ormanın bir hediyesidir ve hayatın her evresine (beşikten tabuta) tanıklık eder (Âşık Veysel, 1970, akt. Duymaz, 2019, s. 10). İşte bu tanıklığın en çarpıcı anlarından biri, bir Yörük gelininin eşikte haykırdığı "Artık ben hem bekçiyim hem yolcu!" sözlerinde ve onu takip eden duada billurlaşmaktadır.
---
Kaynakça:
Duymaz, A. (2019). Eşik kültü ve Taptuk’un eşiğindeki Yunus Emre. “Akademik Kaynak”, 5(10-11), 1-19.
Eliade, M. (1991). “Kutsal ve Dindışı” (Çev. M. Ali Kılıçbay). Ankara: Gece Yayınları. 
Gökalp, Z. (2017). “Türk Medeniyeti Tarihi”. İstanbul: Ötüken Neşriyat.
Gökyay, O. Ş. (1973). “Dede Korkut Hikâyeleri”. İstanbul: Millî Eğitim Basımevi.
Ögel, B. (1995). “Türk Mitolojisi (Kaynakları ve Açıklamaları ile Destanlar)”. Cilt I. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
Esin, E. (1978). “İslamiyet’ten Önceki Türk Kültür Târihi ve İslâma Giriş”. İstanbul: Edebiyat Fakültesi Matbaası.
Cebecioğlu, E. (2009). “Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü”. Ankara: Ağaç Yayıncılık. 
Âşık Veysel (1970). “Dostlar Beni Hatırlasın”. Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
17 Temmuz 2025/ PAZARTESİ-PERŞEMBE BULUŞMALARI- YÖRÜK KADINLARININ ZAMANLAR ARASI İZLERİ -Y1-14
“El Benim Elim Değil Fatıma Anamızın Eli”

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve mersindesonhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.